24 Eylül 2020 Perşembe

Konforlu Kölelik

Makesenserr | Eylül 24, 2020 | Be the first to comment!

 


           Bir insanın, başka bir insanın malı ve mülkü olmasına kölelik denir. Kölelik kurumu varlığını 19. yüzyılda bitirmeye başlamış fakat resmi olarak bütün dünyada yasaklanması Milletler Cemiyeti tarafından 1926'da gerçekleştirilmiştir ve Birleşmiş Milletler bu hükmü onaylamıştır. Fakat benim burada değinmek istediğim konu burada bahsettiğimiz kölelik meselesi değil. Daha çok günümüzde köleliğin nasıl bir evrime uğradığından ve aslında farkında olmasak da devam ettiğinden bahsetmek istiyorum. Tabi hala eski tarz kölelik de devam ediyor, o ayrı konu... Her ne kadar 20. yüzyıl başlarında yasaklanmış dahi olsa özellikle Afrika ve bazı Arap ülkelerinde halen kölelik devam ediyor. 





        Günümüzde köleliğin evrimleşmesine gelecek olursak; daha serbestiyetli bir kölelik durumu mevcut. İnsanları haftanın 5-6 günü çalışıran bu kölelik sistemi şöyle ki çalışmak zorunda değilsin fakat; çalışmazsan aç kalırsın mentalitesine dayanıyor. Yani aslında özgürüz diye kendimizi kandırdığımız bir sistem içerisindeyiz. İster çalışırım ister çalışmam, istersem kendime başka bir iş bulurum... Bu fikirler bizi oldukça özgür hissettiriyor olabilir. Farkında olmadığımızi daha doğrusu üstüne düşünmediğimiz olgu ise şu: ÇALIŞMAK ZORUNDAYIZ. Her nasıl olursa olsun, ne şekilde olursa olsun çalışmak zorundayız. Uzun süreli işsiz olamayız. İster işini sev ister sevmeyip yeni bir iş bul. Yine de her şekilde çaslışma zorunluluğumuz var. Çünkü günümüz global düzeninde bütün alış-veriş, bir şeylere sahip olmak, refah içinde yaşamak hatta sadece gezmek bile para ödeyerek yapılabilen bir eylem. Para bütün dünyada kabul gören tek alış-veriş aracı. Günümüz dünyasında her şey cebindeki paraya bakıyor. İşte tam da bu yüzden çalışmak zorundayız.


        Tabi baktığımız zaman, her çalışma şekli için modern kölelik ifadesini kullanmak absürt olur. Öyle ki insani saatler aralıpğında çalışan ve belli bir konfor sağlayacak düzeyde kazanç sağlayan işlerde çalışmak pek de kölelik sayılmaz. Ama şöyle bir durum var ki; asgari ve altında ücret alan ve çok uzun saatler çalışan insan sayısı, iyi şartlar altında çalışan insan sayısından çok  daha fazla. Bu insanlar yıpratıcı ölçüde çalışmaya ve zor şartlarda, kötü ortamlarda çalışmaya mecbur tutuluyorlar. Çalşmak istemezlerse işten ayrılabilirler fakat o zaman da hem yeni bir iş bulmak zor oluyor hem de işsizlik bu denli az para kazanan insanlar için tam anlamıyla açlık ve sefalet demek. Ayrıca yeni buldukları işler de bu insanlar için benzer şartlarda oluyor. Modern kölelik tam olarak bu değil midir? İnsanın işini seçme özgürlüğü olmasına karşın, çalışmazsa aç kalması bir çeşit 
konforlu kölelik değil de nedir?


         Aslında bu konu sadece asgari şartlar altında çalışanlar için de geçerli değil. Daha iyi şartlarda çalışan insanlar için de durum bu. Uzun süreli işsiz kalamazlar. Çünkü hayatlarından taviz vermeleri gerekir ve uzun süreli işsizlik, içinde yine açlık ve sefalet bulundurur bu insan grubu için de. Yani  aslında sistem bize şunu demek istiyor: Özgürsün, istersen çalışma, bir iş sahibi olma. Senin seçimin. Ama günün sonunda aç kalırsan sebebi de seçiminin bir sonucu.





         Buradan da anlıyoruz ki dolaylı yoldan da olsa zorunluluğumuz var ve özgür değiliz. Her ne kadar eski zamanlardaki gibi zulüm içinde, pazarlarda satılan, birçok kötülüğe maruz kalan köleler olmasak da, bizler birer modern zaman kölesiyiz. Kölelik bazı istisnalar haricinde evrime uğradı. Bizler 
konforlu köleleriz. Çoğumuz istemediğimiz işlerde çalışıp, akşam eve gelip, kazandığımız ölçüde güzel yemekler yapıyor, güzel bir içecek alıp arkasına yaslanıyor ve yine kazandığımız ölçüde ev, araba, elektronik eşyalar vb. satın alıyoruz. Fakat ertesi gün ve ondan sonraki günler sevmesen dahi işe gitmezsen bunlara sahip olamıyorsun veya iş değiştirsen ve yine insanların çoğu gibi istemediğin bir işte çalışsan yine aynı şekilde işliyor bu senaryo. Madem sevmiyorsun o zaman çalışmayayım dersen sistem sana çalışmak zorunda olan bir çeşit köle olduğun gerçeğini, "yoklukla" dayatıyor. Seveceğin bir iş yapmak istersen de o işe yönelik eğitim alman gerekir ve bu da hem uzun bir süre hem de bu süre zarfında tam zamanlı çalışamayacağın için yokluk getiriyor. O yüzden eski düzenini devam ettiriyorsun. Belirli bir ölçüde kazansan bile sevmediğin işi yapmaya devam etmek zorunda kalıyorsun. Başlıkta da belirttiğim gibi; bunun adı olsa olsa konforlu kölelik olur.


    Sözlerimi kapatırken şunu da belirtmek isterim ki bazı parametreler içinde bulunduğumuz ülkenin ekonomik, sosyolojik, kültürel vesaire durumlarına göre farklılık gösteriyor. Gelişmemişlik arttıkça "köle gibi olma" durumu da artış gösteriyor. 
Konforlu Kölelik yazımda bahsetmek istediklerim bunlardı. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir dahaki yazımda görüşürüz...

 

devamını oku...

9 Ekim 2018 Salı

Pembe Fili Düşünme

Makesenserr | Ekim 09, 2018 | Be the first to comment!
Pembe Fili Düşünme
     
       Psikoloji tarzında yazılmış olan bu kitap bir psikoloji meraklısı olarak beni kendine çekmeyi başarmıştı. Çok geçmeden çok satan bir kitap olduğunu öğrendim. Hemen kitabı alıp okumaya karar verdim. Yazar Zeynep Selvili Çarmıklı'nın yurtdışında eğitim alması, katıldığı eğitimler ve konferanslar beni kitaba daha çok çekmeyi başarmıştı. Bir merakla başladım kitabı okumaya. Kitap, insanların çeşitli takıntıları, kendilerine olan güvensizlikleri ve kendilerini sınırlamasına neden olan etiketler üzerine yoğunlaşmıştı. Benim için kitabı çekici yapan unsurlardan biri de yazarın kendisinin de psikolojik açıdan belirli süreçlerden geçmiş olmasıydı. Özellikle kitabın başlarında yazar, kendisinde bulunan bir rahatsızlık olan panik atak konusuna eğilmiş ve panik ataklarından dolayı başından geçenleri bize anlatmış. Kitaptan anladığımız kadarıyla; yazar panik atak yüzünden öyle sıkıntılar yaşamış ki hayatının bir döneminde, evden dışarı çıkamayacak hale gelmiş. Her an panik atak geçireceği korkusuyla okula gidememiş, arkadaşlarıyla gezememiş ve hatta araba kullanamaz hale gelmiş. Ama yazar bütün bu olanlara rağmen panik atağı yenmiş. Eminim ki kitabın çok satmasının nedenlerinden biri de bu. Çünkü panik atak, anksiyete(kaygı hastalığı) ve daha birçok psikolojik rahatsızlıklar toplum içinde o kadar yaygın ki; insanlar bu rahatsızlıklarından kurtulmak için adeta her yerde sihirli bir değnek arıyorlar. Bu kitabın da kendilerini bu rahatsızlıklardan kurtarabilecek, onları bir nebze rahatlatacak, adeta bir sihirli değnek etkisi yapacak bir kitap olduğunu düşündükleri kanısındayım. Nitekim hepimiz irili ufaklı buna benzer psikolojik sorunları dönem dönem yaşayabiliyoruz. Mesela panik atak yaşayan insanlar, yazarın da panik atak yaşadığını ve üstelik bunu aştığını duyunca muhtemelen kitabı okumak için sabırsızlanmışlardır. İşte kitabı okuyunca benim de en beğendiğim noktalardan biri bu oldu. Yazar okuyucularına, aslında bu sorunları aşmadaki en büyük yanlışlarından birinin sürekli bir sihirli değnek arama düşüncesi olduğunu kitabında detaylıca anlatmış.




       Yazara göre; insanlar psikolojik sorunlarından kurtulmak için kurtarıcı bir sihirli değnek aramak yerine, sorunlarına olan bakış açılarını kökten değiştirmeliler. Nitekim görüyoruz ki bu psikolojik sorunlarla baş etmeye çalışırken aslında doğal olarak onunla savaşmış oluyoruz. Bu noktada aslında savaşmanın doğru seçenek olduğunu düşünüyoruz. Tabi bu durum bizim için bir sorunsa savaşmamız lazım düşüncesindeyiz. Sonuçta yazarın da kitabında belirttiği gibi; insan yaratılış gereği, herhangi bir sorunla karşı karşıya kaldığı zaman onunla savaşmayı tercih ediyor. Çünkü; insanlık tarihi boyunca insanlar hayatlarını kötü yönde etkileyen olaylar karşısında savaşma yolunu tercih etmiş ve "yenebilme" yolunu seçmiş. Ama gelin görün ki psikolojik sorunlara savaşmak çare olmuyor. İşte yazar tam da bu noktada beni kitaba bağlamayı başardı. Hepimizin yaptığı bir yanlışı kitabında dile getiren yazar, savaşmanın aslında psikolojik problemleri yenmek yerine onları daha da güçlendirdiğini belirtmiş kitabında. Aslında bu sorunlardan kurtulmak için sihirli değnek arayan insanların yanlış yolda olduğunu, yapılması gerekenin bu sorunları dikkate almamak olduğunu söylemiş. Yani bundan kasıt; bu psikolojik sıkıntıları "sorun" kategorisinde olmaya layık görmemek. Çünkü bir şeyi sorun olarak görüyorsak ona önem bahşetmiş oluyoruz. Onu savaşmaya değer görmüş oluyoruz. Yani eğer psikolojik olan bu durumu savaşmaya değer görürsek ona değer biçmiş oluyoruz. Onunla savaşınca da bu durum hafızamızda daha çok yer edinmiş oluyor. Hafızamızda daha çok yer edinmesi de onu bizim için daha değerli hale getiriyor. Aslında asıl sorun da burada başlıyor. Onunla savaşma düşüncesi onu bizim için daha değerli yapıyor. Saçma olan bu psikolojik durumdan kurtulmak isterken böylece daha çok içine batıyoruz. İşte tam da bu yüzden bu durumu "sorun" olarak değerlendirmek yerine onunla savaşmayı bir kenara koymamız ve onu dikkate almamamız gerekiyor. Eğer onu dikkate almazsak, görmezden gelirsek kendisini değersiz bulacak ve hayatımızda kendisine yer bulamayacak ve kendisine hiçbir yer bulamadığı için bulunduğu kişiden usulca uzaklaşacaktır. İşte Pembe Fili Düşünme kitabı bize bunları anlatıyor. Zeynep Hanım kendisine: "Panik atağı yenebildiniz mi?" diye soranlara: "Arada misafirliğe geliyor." diyormuş. Yani savaşmadığını ve bu şekilde panik atak krizlerinin yok olduğunu söylüyor. Kitabın ana fikri bu konu üzerine kurulmuş. Yani aslında "pembe fili" düşünmemeye çalışırsak "pembe bir fil" düşünmüş oluruz. Ben kitabın kesinlikle okunması gereken başarılı bir psikoloji kitabı olduğu kanısındayım.

       Pembe Fili Düşünme kitabı incelemem böyleydi arkadaşlar. Yazımla alakalı soru, görüş ve önerilerinizi yorum bölümünden bana iletebilirsiniz. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın... 
devamını oku...

30 Ağustos 2018 Perşembe

Putlaştırma

Makesenserr | Ağustos 30, 2018 | Be the first to comment!
   

       Hepimizin sürekli duyduğu ve belki de sürekli birbirine "putlaştırıyorsun" diye yakıştırdığı bir kelime olan putlaştırmayı bugün kaleme alacağım. Ben putlaştırma kelimesinin ülkemizde çok ironik bir kullanımı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir insan birine; bir şahıs veya nesneyi putlaştırıyorsun dediğinde benzeri birçok şeyi de kendisinin putlaştırdığını fark edemiyor. Böylelikle de putlaştırma eleştirisi yapan bir insanın kendi putlarının olması ironik bir hal alıveriyor. Örnek verecek olursak; A kişisi ülkesini yöneten bir organizasyonun başındaki şahsı çok yüceltiyor ve yaptığı icraatleri yere göğe sığdıramıyor. Artık o şahıs yanlış bir şeyler yapsa bile kendini hep doğru yaptığına inandırdığı için doğru yapıyormuş gibi görüyor. Kesin yanlış olduğu belli bir şeyi bile o yaptıysa bir bildiği vardır diyerek o şahsı haklı çıkartıyor. Diğer taraftan bir B kişisi ise A kişisinin yanlışını fark ediyor ve o kişiyi bu bağlamda eleştiriyor. Ona savunduğu şahsı putlaştırmaması gerektiğini söylüyor. Fakat asıl olay burada başlıyor. B kişisi A kişisine; ülkeyi yöneten şahsın yaptığı icraatlerin, yeniliklerin hepsinin doğru olmadığını; yanlışları olduğunu söylüyor. Hatta bazı yeniliklerin, hali hazırda kurulmuş olan devlet düzenindeki bazı fikirlere aykırı olduğunu bu yüzden de o şahsın vatan hainliği yaptığını söylüyor. Yani anlayacağınız; B kişisi de koyu şekilde bir düzen savunucusu ve aslında hem düzeni hem de düzenin kurucu/kurucularını putlaştırmış oluyor. Asıl ironi de burada başlıyor.



       Putlaştırmanın yanlış olduğunu ve sağlıksız olduğunu A kişisine anlatan B kişisi, aslında kendi putlarına sahip bir karakter. Olanı muhafaza etmeyi o kadar şartlamış ki kafasına; en ufak bir değişimi vatan hainliği olarak nitelendirebiliyor. Bunun bilincine varan A kişisi için B kişisi, samimi olmaktan oldukça uzaklaşıyor ve böylelikle ne A kişisi ne de B kişisi aralarındaki istişareden fayda sağlayamıyor. Ben böyle ironi içindeyken bir toplumun kafa olarak pek de fazla ilerleyemeyeceğini düşünüyorum. Eğer sağlıksız düşünen bir insan; eleştiren kişide sağlıksız düşüncelere sahipse bir fayda olmayacaktır.


       Tabi bir toplumda böyle bir durum varsa; bu durumun en temelinde eğitimsizlik vardır. Bir toplumda eğer eğitim sistemi gelişmemişse ve eğitimciler yeterli birikime sahip değilse toplumun daha iyi yerlere gelmesi söz konusu bile olamaz. Ayrıca; bir toplumda bireylere küçük yaşta bireysel ve toplumsal ahlak dersleri verilmiyorsa bilgi düzeyinin hiçbir faydası olmaz. Çünkü ahlakını kaybetmiş bir toplum bilgisini asla iyi yönde kullanamaz. Ahlaklı ve bilgili toplum dileğiyle sözlerimi sonlandırıyorum. Bugün putlaştırma konusunu yüzeysel olarak incelemek istedim. önümüzdeki hafta içinde "Putlaştırmanın Tarihçesi" adlı bir yazı kaleme almayı planlıyorum. Yazıyla alakalı yorumlarınızı yorum bölümünde benimle paylaşabilirsiniz. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın... 
devamını oku...

25 Ağustos 2018 Cumartesi

En Iyi 5 Dram Filmi

Makesenserr | Ağustos 25, 2018 | Be the first to comment!

5-Cennetin Çocukları(Bacheha Ye Aseman)


       Yokluk, fakirlik, yoksulluk ancak bu kadar iyi işlenirdi dedirten bir film. Her ne kadar olmayan bir şey paylaşılmaz da görünse bize, bu filmle anlıyoruz ki; aslında sevgi yokluğu paylaştırma gücüne sahipmiş. Filmde Ali ve Zehra isimli iki kardeşin sevgi bağı bir taraftan içimizi ısıtırken bir taraftan da sevginin neleri başarabileceğine bir kez daha şahit oluyoruz. Bir çift ayakkabıyla iki kardeşin zorlukların üzerinden nasıl geldiğini gördüğümüz bu film benim için kesinlikle ilk 5'te. Ayrıca film akademi ödüllerinde de en iyi yabancı film dalında Oscar'a aday olmuş ama bu ödülü hayat güzeldir filmine kaptırmıştır.

4-Yeşil Yol (The Green)


       Yeşil Yol filmi Stephan King'in romanından sinemaya uyarlanmış bir filmdir. Bu roman aynı zamanda çok satmış bir kitaptır. Filmde John Coffey isimli karakterimiz iki küçük kızın katili olmakla suçlanmış ama; bırakın iki küçük kızı öldürmeyi, bir karıncayı bile incitemeyecek derecede ince ruhlu ve son derece kibar biridir. Ayrıca gizemli ve mucizevi güçlere sahiptir. Onun bu hali infaz odası baş gardiyanı Edgecomb'u cezbeder. Çok satan bir romandan uyarlanan The Green Mile filmi 4 dalda Oscar'a aday olmayı başarmış bir filmdir. Tam bir başyapıt olan bu filmi izlemeden geçmeyin derim...


3-Hayat Güzeldir(Life is Beatifull)


       Filmimiz başkahramanımız Guido'nun Dora isimli öğretmen bir kadına aşık olması ve evlenmeleri ile başlar. Bu çiftin bir de çocukları olur. Tam hayatlarındaki bütün sıkıntıları hallettiklerini düşünürken çiftimiz, savaş kendini gösterir. Yahudi oldukları için toplama kampına gönderilirler. Burada Guido oğlu için toplama kampını oyun haline getirmeye çalışır ve oyunu tamamlamayı başarırsa bir de oyuncak bir tanka sahip olacaktır. Hayatta bütün olumsuzluklara rağmen hala bir umut olduğunu bize başarılı bir şekilde aktaran bu film, kesinlikle izlenmeyo hakediyor. Ayrıca filmin 3 dalda Oscar'ı bulunuyor.


2-Schindler'in Listesi(Schindler's List)


       12 dalda Oscar'a aday olup 7 Oscar kazanan bu film, oldukça başarılı olmuş bir başyapıttır. Filmin konusuysa; 2. Dünya savaşında Oscar Schindler adlı bir iş adamının Polonya'da açtığı fabrikada 1100 civarı Yahudi'yi çalıştırması ve bu sayede onların hayatını kurtarması olarak bize sunulmuştur. Gerçek bir hikayeden alınan bu film, dram filmleri listelerinde kesinlikle üst sıraları hakeden bir film.


1-Babam ve Oğlum


       Geldik listenin sonuna... Sizi bilmem ama benim için oldukça duygulandırıcı bir dram filmi, Babam ve Oğlum. 12 eylül darbesini derinden yaşayan bir aile üzerinden bize anlatan bir film. Annesini doğmadan kaybetmiş, babası dışında tek bir akrabasını tanımayan küçük Deniz'in, babasıyla beraber tüm olanlardan sonra babasının köyüne, ailesinin yanına yerleştiklerine şahit oluyoruz. Yurt içinde ve dışında birçok ödül kazanan Babam ve Oğlum filmimutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.
       Bir sonraki yazımda görüşmek üzere esen kalın... Yazımla alakalı görüşlerinizi yorum kısmına yazabilirsiniz.
devamını oku...

10 Nisan 2018 Salı

En Iyi 5 Aksiyon Filmi

Makesenserr | Nisan 10, 2018 | Be the first to comment!
        Popüler olmayı başarmış, aksiyon dolu en iyi 5 aksiyon filmi:

5-Kutsal Hazine Avcıları


       İndiana Jones diyince bilmeyeniniz pek azdır. İşte Kutsal Hazine Avcıları, bu İndiana Jones serilerinin ilk filmi olma özelliği taşıyor. En iyi 5 aksiyon filmi yazımda ilk incelediğim Kutsal Hazine Avcıları filmi, Steven Spielberg imzası taşıyan ve Harrison Ford'un oynadığı bir film. Filmde arkeolog İndiana Jones, ABD hükümeti tarafından Ark Of The Conenant'ı bulması için görevlendirilir ve bunun için eski aşkı Marion ile birçok tehlikenin olduğu Nepal'den Kahire'ye kadar uzanan tuzak dolu bir maceraya atılır. Söz konusu Ark'ta ise 10 emir ve kutsal güçler olduğuna inanılmaktadır.



4-Zor Ölüm


       Zor ölüm filminin en iyi 5 aksiyon filmi listemde olmayı hakettiğini söylememe gerek yok. Bruce Wills'i tam anlamıyla ünlü yapan bu film, kendisinden sonra da 3 devam filmiyle seriyi sürdürmüştür. Akademi ödüllerinde 4 dalda Oscar alan bu film, New York polis departmanı dedektifi John McClane'nin eşi Holly ile arasını düzeltmek için Los Angeles'a gelmesi ve ardından yaşadığı maceraları konu alır. Holly şirketinin yılbaşı partisinde bir grup Alman terörist binayı kuşatıp insanları rehin alır. John McClane'in görevi ise eşinin de bulunduğu bu topluluğu kurtarmaktır.


3-Gladyatör


       En iyi 5 aksiyon filmi listesine dram dolu bir aksiyon filmiyle devam ediyoruz. Gladyatör filmi, tarihsel filmleri sevenler için de ideal bir film olma özelliği taşıyor. Filmde imparator Marcus Aurelius, general Maximus'a oldukça değer vermektedir ve hatta kendisinden sonra oğlu Commodus yerine onu imparator yapmak istemektedir. Commodus, general Maximus ve ailesini öldürme emri çıkarır. Ama Maximus ölümden kurtulur ve gladyatör olmak üzere eğitim almaya başlar. Maximus'un tek bir isteği vardır; o da Commodus'u öldürüp intikam almaktır. Gladyatör, Russel Crowe'un en iyi erkek oyuncu oskarını kazandığı ve 5 dalda oskar kazanmış bir film.

2-Terminatör 2


       Terminatör 2 filmi, ülkemizde de oldukça popüler olmuş filmlerden birisidir. En iyi 5 aksiyon filmi listemdeki bu film, 2029 yılında geçmektedir ve 1997 yılında meydana gelen olayın üstünden yaklaşık 32 yıl gibi bir süre geçmiştir. 1997 yılında 3 milyarı aşkın insanın ölmesine neden olan bir olay meydana gelmiştir. Başroldeki John Connor, makine karşıtı insan direnişinin lideridir ve onu 2029 yılında makineler yok edemedikleri için yok edici bir makineyi geçmişe, yani Jhon'un 10 yaşında olduğu döneme gönderirler. Ama John da bu yok edici makinenin daha üst modelini geçmişe gönderir. Bu makinelerin arasında büyük bir savaş başlar. Ayrıca daha yaşanmamış olan 1997'deki felaketin başmimarı olan Skynet firması da o dönemde faaliyetlerini yavaş yavaş arttırmaya başlamıştır.

1-Matrix


       Çıktığı 1999 yılında bilim-kurgu anlamında adeta bir devrim niteliğinde olan Matrix filmi, en iyi 5 aksiyon filmi listemde olmayı kesinlikle hakeden bir film. Filmde; Thomas Anderson adlı karakterimiz büyük bir yazılım şirketinde çalışmaktadır ve bu karakteri Keanu Reeves oynamaktadır. Karakterimiz geceleri "Neo" takma adıyla program kırmakta ve Matrix'i araştırmaktadır. Ardından gizemli bir şekilde Trinity ve Morpheus ile tanışan Neo, içinde yaşadığı dünyanın aslında beyninde yaşadığı bir simülasyon olduğunu öğrenir ve simülasyondan kurtarılarak gerçek dünyaya gider. Film, yapay zekaya sahip makinelerin egemen olmasını ve simülasyondan kurtulan ekibin, makinelere karşı savaşmasını konu almaktadır. Matrix, 4 dalda oscar kazanmış bir filmdir.

       En iyi 5 aksiyon filmi yazımın sonuna geldik arkadaşlar. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...

devamını oku...

9 Nisan 2018 Pazartesi

En Çok İzlenen 5 Yabancı Dizi

Makesenserr | Nisan 09, 2018 | Be the first to comment!

       Birbirinden farklı en çok izlenen 5 yabancı dizi:


5-Band Of Brothers


       Band Of Brothers dizisi; savaş konulu tarihi bir dizidir ve Stephen Ambrose tarafından yazılmış aynı isimli romandan uyarlanmıştır. Dizinin yapımcılığını ise Tom Hanks ve Stephen Spielberg üstlenmiştir. Dizide 2. Dünya Savaşı'nda ABD ordusuna bağlı "Easy" bölüğünün Georgia'da bulunan Taccao kampındaki eğitimleri ve akabinde Bastogne savaşı, Market Garden Harekatı ve Normandiya Çıkarması sırasında askerlerin başından geçen olaylar ile Hitler'in kalesine doğru gidiş anlatılmıştır. Band Of Brothers dizisi, yine yapımcılığını Steven Spielberg'ün üstlendiği Er Ryan'ı Kurtarmak filminin tutması üzerine alınmış bir karar ile çekilmiştir. 9 Eylül 2001'de yayımlanmaya başlanan 10 bölümden oluşan bu kısa dizi, büyük bir izleyici kitlesine ulaşarak başarıyı yakalamıştır. Böylelikle Band Of Brothers dizisi kendisine, en çok izlenen 5 yabancı dizi listemde yer edinmiştir.


4-The Sopranos


       The Sopranos dizisi; 1999 ile 2006 yılları arasında yayınlanmış ve oldukça popüler olmayı başarmış, çok izlenen dizilerden birisidir. The Sopranos, Amerika'da bir zamanlar çok büyümüş ve ülke genelinde hüküm sürmüş İtalyan mafyasını farklı bir senaryoyla gözler önüne seriyor. Dizi; 1999 ile 2000'lerin başında tamamen eskisi gibi olmasa da eğer bu gücünü bir nebze korumayı başarsaydı nasıl bir İtalyan mafyası olurdu gibi bir konseptle karşımıza çıkıyor. Ayrıca sadece bu konseptle de sınırlı kalmayan dizinin en temel konularından birisi; başroldeki Tony Soprano adlı karakterimizin yaşadığı psikolojik süreçler. Bir zamalar çok popüler olmuş bu diziye en çok izlenen 5 yabancı dizi listemde yer vermek istedim. The Sopranos dizisiyle alakalı kişisel kanaatim ise oldukça olumlu yönde. Özellikle mafya dizileri ve filmlerini sevenler için oldukça başarılı bir dizi olduğunu düşünüyorum.

3-Breaking Bad


       Breaking Bad dizisi, son yıllarda çok popüler olmuş dizilerden birisidir. Oldukça fazla izleyici kitlesine ulaşan ve herkes tarafından bilinen Breaking Bad dizisini en çok izlenen 5 yabancı dizi listeme eklemeseydim olmazdı. Dizi, kendi halinde yaşayan ve haftasonları ailesini geçindirmek için ek iş olarak oto yıkamacıda çalışan, kimya öğretmeni olan Walter White isimli karakterimizin kanser olduktan sonra nasıl bir değişim geçirdiğini ve sıradan bir kimya öğretmeninden yüksek saflıkta uyuşturucu madde "metanfetamin" üretip satan bir yer altı karakterine nasıl dönüştüğünü işliyor. Onun uyuşturucu dünyasına girmesini sağlayan ve sonradan beraber çalıştığı Jesse Pinkman karakterinin de rolünü unutmamak lazım. Zaten bu kadar çok izlenmesinden de anlıyoruz ki bu hikayeyi yansıtmada oldukça başarılı olmuş. Benim Breaking bad dizisi hakkındaki kişisel kanaatim de; Breaking Bad yazısında da dediğim gibi oldukça olumlu yönde.

2-Rick And Morty


       Rick And Morty; çatlak bir bilim adamı olan Rick isimli karakterimizin torunu Morty'yi peşinden sürüklemesi ve bu ikilinin yaşadığı macerayı konu alıyor. Dizide galaksiler arası yaşam, tuhaf uzaylı yaratıklar, paralel evrenler, farklı boyutlar ve bu boyutlar arasında geçişler gibi bir çok konu ele alınıyor. Bilim kurgu sevenler ve astronomiye meraklı olanlar için harika bir dizi olduğunu düşünüyorum. Rick And Morty dizisi, 2 Aralık 2013 tarihinde başlamış ve halen yayın hayatını sürdürüyor ve Rick And Morty, çok sayıda izleyiciye ulaşarak başarı yakalayabildiği için kendisine en çok izlenen 5 yabancı dizi listemde yer bulmayı başarıyor.

1-Game Of Thrones


       Geldik Game Of Thrones dizisine; GOT dizisini de en çok izlenen 5 yabancı dizi listesine koymasam olmazdı. Son yıllarda oldukça çok izleyiciye ulaşan Game Of Thrones dizisi, izlemeyenler tarafından bile oldukça iyi bilinen bir dizi. Game Of Thrones, Westeros isimli bir dünyada geçiyor ve dizide 7 krallığın varlığından söz ediliyor. Dizi, adından da anlaşılacağı üzere bir takım taht oyunlarını içinde barındıran bir dizi. Ayrıca Westeros bizim dünyamızdan oldukça farklı bir dünya olma özelliği taşıyor. Mevsim sürelerinin belirsiz olduğu bu dünyada birçok ilginç yaratık bulunuyor. Game Of Thrones isimli bu fantastik dizi ile ilgili benim görüşüm ise dizinin oldukça başarılı olduğu yönünde.

       En çok izlenen 5 yabancı dizi yazım bu şekildeydi arkadaşlar. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...
devamını oku...

22 Mart 2018 Perşembe

Breaking Bad

Makesenserr | Mart 22, 2018 | Be the first to comment!

       Breaking bad dizisi önceleri çok duyduğum ama izlemediğim bir diziyken sonra bir kararla başladığım bir diziydi. Dizi Albuquerque, New Mexico'da geçiyordu. Dizide Walter White isimli bir karakterimiz vardı ve bu kişi bir lisede kimya öğretmenliği yapıyordu. Sonra diziyi izlerken bu karakterimizin ailesine bakmak için bir otoyıkamacıda çalıştığını gördüm. Maaşı ailesine yetmediği için ek iş yapmak zorunda kalıyordu karakterimiz. Aynı zamanda da karakterimizin aslında normal bir kimya öğretmeni olmaktan ziyade kimya alanında çok başarılı birisi olduğunu da görüyoruz.


       Her neyse sonra asıl olaya gelecek olursak karakterimiz akciğer kanseri olduğunu öğreniyor. Hayatında hep şerefiyle para kazandığını düşünen Walter, kanser olmanın da etkisiyle artık bu şekilde para kazanmanın ona bir şey getirmediğini düşünmeye başlıyor. Sonra şans eseri uyuşturucu yaptığını öğrendiği öğrencisi Jesse Pinkman ile metanfetamin işine giriyor ve kimya bilgisi iyi olduğu için yüksek kalite ve saflıkta metanfetamin üretmeye başlıyor. Jesse uyuşturucu piyasasını iyi bildiği içinse uyuşturucu işine girmesi karakterimiz için daha da kolaylaşıyor.


       Breaking bad dizisinin konusu böyle. Dizinin başarısına gelecek olursak; dizi zamanında dünyanın en iyi dizisi olabilecek kadar ilerlemiş. Buradan da anlayacağınız üzere dizi izleyenleri tarafından oldukça beğeni toplamış. Bana sorarsanız; diziyi izlerken en önemli şeylerden birisi bence gereksiz sahnenin çok olmamasıdır. Breaking bad dizisinde de bu tarz sıkıcı sahnelerin oldukça az olduğunu farkettim. Bu da beni diziye bağlayan unsurlardan birisi oldu. Dizinin en önemli unsuru da bana göre karakterlerin kendilerinde olabilecek özelliklere sahip olmasıydı. Çünkü aile babası, kimya alanında oldukça başarılı bir insan dizideki değişimi yaşarken, eğer çok iyi kavga eden ve/veya özgüveni yüksek bir insan imajı çizseydi, bu durum izleyici için gerçekcilikten uzak olurdu. Bu da bence izleyiciyi diziden uzaklaştırırdı. Ama karakterlere kendi rolleriyle alakalı mantıklı ozellikler yüklenmiş ve bu durum bence dizinin başarısında yegane etmendi. Bütün bu özelliklerle beraber hikayenin de oldukça iyi hazırlanmış olması diziyi benim açımdan başarılı bir dizi yaptı.


       Breaking bad dizisi benim açımdan izlenmesi gereken başarılı dizilerden birisi diyerek sözlerimi sonlandırıyorum. Bu yazımda Breaking bad dizisini ele almaya çalıştım. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...
devamını oku...

20 Mart 2018 Salı

Toplumsal Duyarsızlık

Makesenserr | Mart 20, 2018 | Be the first to comment!
   
       Duyarsızlık... Eminim herkesi rahatsız eden bir kelime. Kime sorsanız duyarsızlık çok kötü bir şey. Duyarsız olmamak lazım, duyarsızlık şeytani bir şey. Bir insan nasıl duyarsız olabilir ki? Herkesten duyduğumuz şeyler bunlar. Sorsanız herkes duyarlı. Ama gerçekten duyarlı olan kaç kişi var? Peki duyarsızlık nedir? Toplumsal duyarsızlık yazımda bu konuları ele alacağım.

       İnsanlar olarak elimizi taşın altına sokmaktansa kolay yolu seçiyoruz ve doğru yolu seçtiğimize kendimizi inandırıyoruz. Kolay yoldan gidip doğruyu yaptığımıza dair kendimizi avutma huyuna sahibiz. Herkes örneğin; bir zulüm karşısında hiçbir şey yapmamış olmaktansa küçük, faydasız şeyler yapıp kendisini tatmin etmek istiyor. Yalandan tatmin edip insani görevini yapmış hissediyor insanlar ve sonra millete insanlık dersi de veriyorlar kendilerince. Peki mesela nasıl yapıyor insanlar bunu?

       Şöyle ki; mesela ülkemizde veya dünyada bir insanlık suçu işlendiğinde, herkes telefonlarına sarılıyor. Hemen twitter, facebook ve bunlar gibi bir sürü sosyal platform üzerinden paylaşımlar yapıyor insanlar ve insanlık suçunu çeşitli şekillerde kınıyorlar. Bunu yaptıktan sonra da insani görevlerini yaptıklarına inanarak gururla geziyorlar. Çünkü ellerinden geleni yaptıklarını düşünüyor insanlar. Bir insan ağır bir suça maruz kalınca hemen o kişinin yanında olduklarına dair örneğin; twitler atarak çok duyarlı bir davranış sergilediklerini düşünüyorlar. Ama aslında toplumsal duyarsızlık oluşmasına katkıda bulunuyorlar. Benim asıl takıldığım nokta ise; insanların bu tarz paylaşımlar yapması değil, asıl nokta bu paylaşımları herkesin gereksiz yere çok fazla yapması ve kimi kişilerin de böyle kötü olayları prim malzemesi haline getirmesi. Haksız mıyım? Bu tarz paylaşımlar yapan insanların çoğunun hedefi prim yapmak, diğer insanların gözünde "duyarlı" bir insan olarak görünüp, kendilerine fayda sağlamak değil mi sizce de? Gerçek hayatta tanıdığımız, insanlık konusunda gram duyarlılığı olmayan hatta kendisi de topluma, insanlara karşı zararlı olan bireylerin bu tarz duyarlı paylaşımlar yaptığına ve hatta herkesten de çok yaptığına şahit okumuşsunuzdur bir kısmınız eminim. Tek amacı insanlara karşı duyarlı görünüp, takdir kazanmak olan bu insanlar gerçekte adeta duyarsızlık hastalığı olan kişilerken, sosyal medyada sanki en duyarlı kişiler onlarmış gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar. Örnek verecek olursak sosyal medyadan insanlık suçu durumlar üzerinden prim elde etme peşindeler ve bana sorarsanız bu durum en az o insanlık suçu kadar mide bulandırıcı ve berbat. Tabiki paylaşım yapan insanların hepsine demiyorum bunu ama bir kısmı maalesef böyle.

       Bu durumu şuna da benzetebiliriz. Mesela dinle alakası olamayan insanların bayramlarda herkese uzun uzun bayram mesajı göndermesi gibi. Bayramlarda mesajdan dindar kesiliyorlar ilginç bir şekilde. Yani insanlar gerçekte olmadıkları kişiyi, insanlardan takdir toplamak için sosyal medyadan göstermeye çalışıyorlar. Toplumsal duyarsızlık iyice yayılmaya başlamış durumda. İnsanların bu primcilikle beraber yavaş yavaş değişime de uğruyorlar. Çoğu insan toplumsal olaylara karşı duyarsızlaşmaya başlıyor. Böylelikle toplumsal duyarsızlık ortaya çıkmış oluyor. Herhangi bir şey olduğu zaman insanlar hemen bu olayla alakalı atacağı twiti, yapacakları paylaşımı düşünmeye başlıyor. Hani hep kimi çizimlerde de görürüz; bir olay olur da insanlar yardım etmek yerine telefonlarıyla görüntü almaya çalışırlar. Bu durumun yarattığı duyarsızlaşmayı anlamak için güzel bir çizim olmuş.

       İnsanların bencilliği bu değişimle daha da çok arttı. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı insanları iyice çevrelemeye başladı. Artık ucu bize dokunmuyorsa sorun yok gibi duyarsızlık halinin yerini; ucu bize dokunmuyorsa sosyal medyadan nasıl bir prim elde ederim düşüncesi alarak durum çok daha berbat bir hal aldı. İnsanların başlarına gelen durumda neler yaşadıklarını, ne durumda olduklarını hiç umursamayan bir toplum haline geldik. Tek umursadığımız; o insanların yaşadıklarını paylaşım yaparak nasıl kendi lehimize duyarlı görünmek için kullanabiliriz olmuş durumda. Tabiki bu durumlarla alakalı paylaşım yapan insanların hepsi duyarsız insanlar değiller ama onlar da farkında olmadan bu duruma alet oluyorlar. Tabi durum böyle olunca toplumsal duyarsızlık gittikçe artıyor. Eğer insan bir şey yapamıyorsa kendisini bu şekilde avutmamalı. Çünkü bir şey yapamıyorsa insan, böyle yollarla duyarlı olacağım derken; o acı durumu farkında olmadan suistimal etmiş oluyor. Bu paylaşımlar yüzünden bir sürü insan, bu oldukça kötü olan olaylar hakkında yorumlar yapıyor. Tabi sonra internet aleminde iğrenç diyebileceğimiz birtakım kişiler, o acı dolu olaylar hakkında iğrenç yorumlar yapıp, bu olayların çok fazla suistimal edilmesilmesine yol açıyor. İşte ayrıca bu sebepten dolayı da; insanların duyarlı olacağım diye böyle paylaşımlar yapmaması gerekiyor. Çünkü sosyal medyada gerçek, sahte birçok hesap bulunduğu için insanlar duyarlı olunması gereken olayları paylaştığında bu iğrenç kişilikler çok fazla durumu suistimal ediyorlar. Tabiki öyle kişileri insandan saymamak lazım. Ama bu durum olayı yaşayanlar için acı verici olabiliyor.

       Bu yazımda birtakım duyarsızlık örnekleri anlattım. Yazımda anlattığım, bahsettiğim bütün durumlar yüzünden çok fazla böyle hassas olaylarla alakalı paylaşım yapılmaması taraftarıyım. Özellikle de herkesin kesinlikle paylaşmaması lazım diye düşünüyorum. Sözlerimi böyle sonlandırırken daha duyarlı bir toplum diliyorum. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...


devamını oku...

17 Mart 2018 Cumartesi

Üretim Toplumu

Makesenserr | Mart 17, 2018 | Be the first to comment!
   
       Üşengeçliği seven bir yapımız var. Her zaman bir şeyleri en kısa yoldan halletmek çekici gelir bize. Çalışmak iyi bir şey değildir. Önemli olan en çabuk, en kısa yoldan isteklerimize ulaşmak ve en az çabayla bunu yapabilmek bizim için. Millet olarak her alanda yansımış bu bize. Örneğin; herhangi bir acelemiz olmamasına rağmen eğer şartlar uygunsa hemen gaza basar, kırmızıda geçeriz. Bir sınava gireceğimiz zaman çalışarak değil de kopya çekerek sınavdan yüksek not alırsak bu durum bizi çok mutlu eder. Büyük bir şey başarmış hissine kapılırız. Emek vermeden iyi bir şey başarmış oluruz çünkü. Emek vermeden bir şeyleri elde etmek bizim için hem başarı hem de başkalarına karşı hava atma aracı haline gelmiş. Kısa yoldan bir şeyler başarabilince; emek verip, uğraşıp başaran insanlarla alay ederiz. Onları keriz ilan ederiz. Çünkü biz çalışmadan onların hedefledikleri başarıya ulaşmışızdır. Nedense hiçbir emek vermeden, üçkağıtla, haksız yere elde ettiğimiz başarı bize çok keyif verir. Bu da tabiki bizi üretim toplumu olmaktan alıkoyar. Peki ama bu durum neden böyle? Milletimiz neden üçkağıtçılığı seviyor?
       
       Ben açıkçası ülke olarak şu anki bulunduğumuz konumla, birçok ülkeden geri olmamızı bu duruma bağlıyorum. Kısa yoldan bir şeyler elde etmenin bir başarı kabul edilmesinin bizim gelişmemizi engellediği ve geride olmamıza yol açtığı kanaatindeyim. Çünkü emek vermeden, üç kağıtçılıkla insan bir yere kadar gidebilir. Bir yerden sonrası, sadece gerçekten emek veren insanlara aittir. Yani insan emek vermeden bir yere kadar gelebilir. Ama ulaşılacak asıl yer, tam anlamıyla başarı olarak tanımladığımız yer, sadece gerçek bir çabanın, emeğin ürünüdür. Üretim toplumu ancak böyle bir emekle oluşabilir. Ülkece bizden önde olmaları bu durumdan kaynaklanıyor. Millet olarak çalışmaya düşmanız. Bir şeyler öğrenmeyi istememizin en büyük sebebi ilerde bize getirdiklerini elde edebilmek. Öğrendiklerimizin bize bir şeyler katacak olması, bizi geliştirmesi, yeni bakış açıları vermesi ve ufkumuzu genişletmesi umurumuzda değil. Tek düşündüğümüz; öğrendiklerimiz bize para kazandıracak mı? Ev verecek mi, araba verecek mi, şunu bunu verecek mi? Tek derdimiz bu. Çünkü para kazanmayı tek amaç olarak görüyoruz. Herkes çocuklarına da bunu öğretiyor ve yeni nesillerde hep bu kafayla, maddi odaklı olarak büyüyor. Bu da üretim toplumu olmaktan bizi oldukça uzaklaştırıyor. İnsanların birçoğu; isteyerek ders çalışmıyor mesela. Ders çalışmak, mesela; matematik öğrenmek, ilerde kazandığı para miktarını arttırıyorsa, yani maddi açıdan bir getirisi varsa bunun, öğrenmeye çalışıyor insanlar. Ama matematiğin onlara yeni bir şeyler öğretmesi ve günlük hayatta vereceği yeni bakış açısını, ufuk açıcılığını çoğu insan umursamıyor. Öğrenirken bu kafada olduğu için insanlar, öğrendikleri de bu anlamda bir fayda vermiyor. Ne bakış açıları gelişiyor ne de ufukları açılıyor. Sadece sınavı geçene kadar öğreniyorlar ve eğer sınavları geçip de ihtiyaçları kalmazsa matematiği unutup, matematikle alakalı hiçbir şey yapmıyorlar. Tabi işlerinde gerekiyorsa o ayrı. Bu seferde işlerinde gereken matematiği, ezberci bir mantıkla akıllarında tutuyorlar ve matematiğin geri kalan kısmını unutuyorlar. Yani yine matematiği unutuyorlar. Buradan da anlayacağımız üzere, verdiğim örnekte; matematiği sadece para kazanmak için bir basamak olarak kullanıyorlar ve amaçlarına ulaşınca matematikle alakalı öğrendikleri kısıtlı birkaç bir şeyi de unutuyorlar. Böylelikle sadece düz, dar bir bakış açısına sahip, ufku dar, amacı olabildiğince çok tatil yapmak ve çok para kazanmak olan, düşünmekten aciz, makine gibi çalışıp hiçbir şeyi sorgulamayan, robotik bir toplum ortaya çıkıyor. Yani kısacası üretmekten uzak bir toplum oluşuyor. Bu sadece bizim ülkemizde değil tabi. Bütün dünyada az çok böyle ama bizim ülkemizde çok daha fazla olması ülkemizi daha da geri bırakıyor. En azından refah seviyemiz iyi olsaydı bu kadar olmazdı diye düşünüyorum çünkü insanların bir şeyler öğrenmekten uzak kalmasının bir sebebi de tabiki ülkemizin refah düzeyinin düşük olmasıdır.


       Eğer dediğim gibi milli gelirin yüksek olduğu gelişmiş bir toplum olsaydık, belki de bizim ülkemizde de bir şeyler üreten insan sayısı daha çok olabilirdi. Zaten gelişmiş ülkelerde daha çok sayıda yeni bir şeyler üretiliyorsa, bunun yegane sebebi; o ülkenin refahının bizim ülkemizden daha fazla olmasıdır. Çünkü eğer bir yerde insanların karnı doyarsa ve birçoğunun gelirleri iyi bir düzeyde olursa; oradaki insanlar temel ihtiyaçlarını karşılayabildikleri için artık bir şeyler üretmeye başlarlar. Zira bizim ülkemize baktığımızda; birçok insan geçim sağlama peşinde. Yeterince kazanıp, geçim derdi olmayan insan sayısı az. Bu da tabi insanların üretken olmamasına yol açıyor. Çünkü geçim derdi varken insanların bir şeyler üretmesi be üretim toplumu haline gelmemiz pek mümkün olmuyor. Tabi ömür boyu geçim derdi yaşayan insanların çocuklarına öğrettikleri de; ne olursa olsun para kazanması gerektiği oluyor. Bu şekilde büyüyen nesiller de öğrendiklerini büyük oranda para kazandıran bir şeyler yapma amacıyla kullanıyor. Bu hem öğrendiklerinin onlara bir şeyler katmasını önlüyor hem de yeni bir şeyler üretmeleri konusunda onları geride bırakıyor. Zaten bu durumda üretim toplumu olmak bir hayli zorlaşıyor. Eğer refah düzeyimiz bu düzeyde kalırsa bu durumu değiştirmek de bana sorarsanız neredeyse imkansız olacaktır. Nitekim karnı aç insanlara; paradan çok daha önemli şeyler var dediğinizde hiçbir etki bırakamazsınız. Onlar için dediklerinizin hiçbir anlamı olmaz maalesef.

       Yani kısacası; hem üçkagıtçılığın gerekli bir şey olduğunu düşünen hem de üretim konusunda geri kalmış bir ülkeyiz maalesef. Üretim konusunda da zayıf olan bir ülke olmamızda da refah seviyesinin düşük olmasının büyük bir etkisi var. İleride refah düzeyi yüksek, düşünebilen bir toplum dileğiyle... Eğer belirtmek istediğiniz bir düşünceniz olursa yorumlara beklerim. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...
devamını oku...

Dünyanın En İlginç 5 Hayvanı

Makesenserr | Mart 17, 2018 | Be the first to comment!
       Gördüğümüzde kimi zaman bizi ürperten, kimi zaman şaşırtan, kimi zamansa güldüren, dünyanın en ilginç 5 hayvanı:

1. Mary River Kaplumbağası


       Anavatanı Avustralya olan bu ilginç kaplumbağa, nesli tükenmekte olan hayvanlardan birisidir. Hatta nesli tükenen hayvanlar sıralamasında ikinci sırada bulunmaktadır. Bu kaplumbağa, kısa boyunlu bir kaplumbağa türüdür ve birtakım özellikleriyle, bildiğimiz kaplumbağalardan ayrılır. Kaplumbağanın kafasında gördüğümüz yeşil kısım ise onun saçı değildir. Kafasında alg, yani yosun bulunmaktadır. Ayrıca "pet shop" kaplumbağası adıyla da bilinen bu kaplumbağa, vücudundaki kanallar sayesinde suyun altında da oksijen alabilme yeteneğine sahiptir. 

2. Komondor Köpeği

İlgili resim

       Komondor köpeği, çok yoğun tüyle kaplı ilginç bir köpek türüdür. Tüylerinin uzunluğu 25-30 cm dolaylarında olabilmektedir. Komondor köpeği, sürü köpeği olma özelliği taşımaktadır ve tüyleri sayesinde koyunların arasında fark edilmesi zordur. Ayrıca köpek aile köpeği olmaya uygun olmadığı için, Komondor köpeğinin aile köpeği olması için oldukça iyi eğitim alması gerekmektedir. Sadık ve koruma konusunda iyi olan bu köpek, sürüye saldıran kurtlara ve ayılara karşı acımasızca saldırmasıyla bilinir.

3. Damla Balığı

İlgili resim

       Sırada çok çirkin bir hayvan var. Resimde gördüğünüz damla balığı, dünyanın en çirkin hayvanı olarak gösterilmektedir. Çirkin hayvanları koruma derneğinin düzenlediği oylama sonucunda en çirkin hayvan seçilen damla balığı, bu derneğin aynı zamanda maskotu olmuştur. Bu balık da nesli tükenme tehlikesinde olan hayvanlardan birisi olma özelliğini taşıyor. Denizin yaklaşık 900 metre derininde yaşayan bu balık, insanlar tarafından çok da sık görülmüyor. Ayrıca eti de yenmiyor. Zaten bu halini görenlerin yemek isteyeceğini de pek sanmıyorum...

4. Miğferli Kakadu


       Sıradaki kuş türü de Avustralya'da yaşamaktadır. Ayrıca Sumatra ve Malay yarım adasında bu türe rastlanmaktadır. Papağangiler familyasından olan Miğferli Kakadu'nun boyuysa ortalama 1 metre civarındadır. Miğferli Kakadu kuşları meyve ile beslenmektedir.

5. Deniz Ejderi


       Deniz ejderleri de Avustralya'da yasayan ilginç canlılardan birisidir. Ilık ve sığ suları severler ve görünümlerinden dolayı Deniz Ejderi adını almışlardır. Vücutlarında yaprak görünümlü çıkıntılar bulunmaktadır ve bu çıkıntıları Deniz Ejderi itici amaçla kullanmamaktadır. Bu çıkıntıları sadece kamuflaj amacıyla kullanmaktadır. Görünümleriyle suda yüzen bir deniz yosununu andırırlar.

       Dünyanın en ilginç 5 hayvanı yazım böyleydi arkadaşlar. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...
devamını oku...

16 Mart 2018 Cuma

Ailecek Şaşkınız

Makesenserr | Mart 16, 2018 | Be the first to comment!
 
       Ailecek Şaşkınız filminin Kardeş Payı ve İşler Güçler filminden tanıdığımız Ahmet Kural ve Murat Cemcir'in filmi olduğunu öğrendiğinizde, eminim birçoğunuz da benim gibi meraka kapıldı. Çünkü komedi tarzı oldukça beğeni toplayan, yukarıda bahsettiğim iki dizinin ana elemanları olan bu ikiliyi bir filmde bir arada görmek, hepimiz için merak uyandırıcıydı. Bir araya gelince oldukça komik olan bu ikili, daha filme girmeden kesin komiktir imajı veriyorlardı. Sonra vizyona giren bu filmi sinemada izleme fırsatı buldum. Son yıllarda moda haline gelen ve benim de beğendiğim absürt komedi tarzına sahip olan bu ikilinin, sinema filminde de doğal olarak bu tarzda olacağını düşündüm. Zira yine tarzlarına sadık kaldıklarını daha filmin başlarında anladım. Bu ikiliye bir başka absürt komedi olan ve başarılı gördüğüm bir yapıt olan Leyla ile Mecnun dizisinden tanıdığımız Cengiz Bozkurt'un(nam-ı diğer Erdal bakkal) eşlik ettiğini görmek de benim açımdan film açısından umut vericiydi. Sonra başladım filmi izlemeye...

       Babasının şirketinin başına geçip Ceo olan Ferhat(Ahmet Kural) isimli karakterimizin çalışanları üzerinde kurmaya çalıştığı otorite, filmde ilk gözümüze çarpan unsurlardan. Ama şu var ki; karakterimiz şirketi yönetmek için yeterli değildir ve şımarık bir çocuk gibidir. Şirketin finans müdürü Gökhan(Murat Cemcir) ise Ferhat'ın eskilerden beri arkadaşı ve sağ koludur. İkisi de çalışanlara karşı sert tutumlu yaklaşım sergilemektedir. Sonra bir gün, Ferhat bir kıza aşık olur ve kızın babasının restoranına, çalışanlara yemek servisi bahanesiyle gidip, kızın babasıyla dostluk kurar. Ferhat'ın gönlünü kaptırdığı Elif ismindeki kız ise mesleğini çok seven, oldukça başarılı bir kariyeri olan, çetinceviz bir kızdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Elif Ferhat'ı oldukça zorlayacaktır.


       Açıkçası Ailecek Şaşkınız filminde bu ikili yine kendi komedi tarzlarını sahneye taşımış olsalar da bana; "bu sefer olamamış" dedirtti. Filmde güldüğüm birçok yer oldu tabi. Ama Ailecek Şaşkınız filmi beni bir Kardeş Payı kadar güldüremedi. Maalesef bana göre; bir araya gelince çok komik olan bu ikili, bu sefer o kadar komik olamamış. Ayrıca Ailecek Şaşkınız filmi komedi üzerine tasarlandığından, yani izleyiciyi komedi ile etkilemeye çalıştığından, komediyi tam anlamıyla beceremeyince, diğer duygular da doğal olarak neredeyse hiç verilememiş. Filmin bir diğer konusu olan aşk, bana göre bu sebepten hiç hissettirilememiş. Yani diyeceğim o ki; bana sorarsanız oldukça dümdüz bir film olmuş Ailecek Şaşkınız. Ne filmde tam anlamıyla bir komedi hissettim ne de başka bir duyguyu hissedebildim. Umarım bu ikili Kardeş Payı, İşler Güçler gibi projelerle karşımıza çıkar ve bu filmi hem bana hem de benim gibi düşünenlere unutturur. Aksi halde, hele bir de böyle projelerle karşımıza çıkarlarsa, maalesef bence unutulmaya mahkum olurlar diye düşünüyorum. Sonuç olarak Ailecek Şaşkınız filmi, bana göre vasat düzeyde bir film olmuş. Umarım aynı hatayı bir daha yapmazlar diyerek sözlerimi sonlandırıyorum. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...                                                                                                 
devamını oku...

13 Mart 2018 Salı

İşitme engelli köpek Ivor

Makesenserr | Mart 13, 2018 | 2 Comments so far
   
       İngiltere'nin Colne kentinde yaşayan Ivor isimli köpek işitme engelli. Henüz 10 aylık olan bu köpek duymuyor ve bu yavru köpek daha önce tam 5 sahibi tarafından terk edilmiş. Çünkü işitme engelli olduğu için komutları anlamıyor. Ama bu yavru köpeğin bahtsız talihi Ellie ile tanıştıktan sonra çok değişmiş. Ellie ona elleriyle işaret dilini öğretmiş ve Ivor bu sayede komutları anlamaya başlamış. Bu durum hem şaşırtıcı hem de içimizi ısıtan cinsten. Hadi gelin bu videoyla eşsiz dakikaları hep beraber izleyelim...


       Videoda da gördüğünüz gibi artık Ivor'un hayatı oldukça kolaylaştı. Ivor "otur, yat, gel, dur" gibi komutları anlayabiliyor. Sahibinden gelen komutları kolaylıkla anlayıp uygulayabiliyor.

       Ivor ayrıca "kapıda biri var" komutunu da anlıyor ve "yuvarlan" komutunu da öğrenmek üzere. İşaret dili ile ilgili ilk eğitimini hayvan koruma örgütünde alan Ivor, sahibi Ellie ile de birçok işaret dilini öğrenmiş durumda. Ivor'un her gün aşama kaydettiğini belirten Ellie, Ivor'u görür görmez evlerine almak istediklerini de ifade ediyor.


       Ivor'da da gördüğümüz üzere sevginin açamayacağı kapı yok. Sahibinin ona olan sevgisi engel tanımamış ve Ivor'u tam 5 kez terkedilmesine rağmen hayata bağlamış. Ivor ve sahibi Ellie'ye beraber mutluluklar diliyor ve ayrıca Ivor'a da yeni komutlar öğrenme konusunda başarılarının devamını diliyorum. Ivor, hayvanların da biraz sevgiyle neler başaracağının kanıtı niteliğinde bir köpek... Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...

       


devamını oku...

12 Mart 2018 Pazartesi

Biraz düz bir miktar hayalperest

Makesenserr | Mart 12, 2018 | Be the first to comment!

   
       Hepimiz bazen hayatın fazla düz olduğunu düşünürüz belki de. Ama genelde hiçbir zaman kendimizi tamamen inandırmayız buna. İnsanoğlu hayalperesttir, hatta en gerçekçi olanları bile. Çünkü hayattan her zaman ekstra; az ya da çok; düşük ihtimalli beklentilerimiz vardır. Bizi hayata bağlayan da bunlardır aslında. Çünkü eğer bu beklentilerimiz olmasaydı hepimiz hayatın bu kadar düz olması karşısında umutsuzluğa kapılır ve en önemlisi sıkılganlıkla dolardık. Hayatı sıkıcılıktan kurtaran belki de yegâne şey hayata karşı olan isteklerimiz, hayallerimiz ve bir takım olağanüstü beklentilerimizdir. Çünkü bazen beklentilerimiz ne kadar hayal ötesi olursa o kadar sıkı sıkı bağlanıyoruz hayata.

       Meselâ çocukları ele alalım; çocukların hayalgücü zengindir ve birçoğumuz mutlu olmanın sırrının çocuklar gibi zengin hayalgücünden geçtiğine inanırız değil mi? Çünkü çocuklar zengin bir hayalgücüne sahip olduklarından en sıkıcı bir şeyi bile en eğlenceli hale getirebiliyorlar. Çünkü gerçeğin ötesinde düşünme gücüne sahipler. İşte bizim mutluluk arayışımızın da temelinde bu var. Yani ne kadar gerçek ötesi, olağandışı düşünebilirsek o kadar mutlu olmaya yaklaşırız gibi bir anlayışımız var. Tabi işin içinde bizim gelecek kaygılarına, birtakım sorumluluklara ve buna benzer bir sürü hayatımıza yönelik planlama yapma gerekliliği ile endişeye sahip olmamız da var. Çocuklar zaten bu öğelere sahip olmadıkları için de bizden daha mutlu olduklarına inanırız. Peki gerçekten de mutluluğu hayalperestlikte ve olağanüstü beklentilerde mi aramalıyız?


       Aslında bana sorarsanız bu durumda işin içine yine isteklerimizin sınırsız olması giriyor. Bir yaşam portresi yazımda da bahsetmiştim bundan. Tabiki tek sebep bu değil ama sonraki sebeplere birazdan değineceğim. İnsanoğlu olarak yetinmek yapımızda yok. Buna alışmışız. Her zaman daha yükseğe daha yükseğe... Hiçbir zaman durumumuzdan memnun olmayıp hep bize göre daha iyi olanı istememiz, burada da karşımıza çıkıyor. Çünkü en iyisinin de iyisi var ve biz hiçbir zaman olduğumuz durumdan memnun değiliz. En son seçenekler tükense dahi bu sefer de olağandışı, hayalperest isteklere sarıyor ve bu isteklerimiz olmadığı için yeterince mutlu hissedemiyoruz.

       Bir diğer sebebi de şu ki; bazen bizi içinde bulunduğumuz durumdan bir nebze olsun uzaklaştırabildiği için seviyoruz hayalperestliği. Meselâ bunun için en basit örnek; hapishanede olan bir insan olabilir. Hani çok bahsedilir; karikatürleri, çizimleri vardır. Hapishanedeki bir mahkûm ancak hayal kurunca o duvarları aşabilir. Hayal kurmak, işte o mahkûmu bir nebze olsun gerçekte olduğu durumdan uzaklaştırıp bir miktar mutlu, huzurlu olmasını sağlayabilir. Bunun dışında evine belki çok ağır işlerde çalışarak zar zor ekmek götüren bir ebeveynin de tutunma noktası olur bazen hayal kurmak. Bazen hayalperestlik ve olağandışı istekler bu gibi durumdaki insanlar için gerekli bir hâl alabiliyor. Maalesef acımasız bir sistemle yaşadığımız bu dünyada hayal kurmak bazen bizi biraz olsun hayata bağlayabiliyor.


       Ama ilk bahsettiğim durumdaki gibi bir haldeysek eğer; her zaman büyüklerimizin de dediği gibi aza kanaat etmeli, bizden daha kötü durumda olan insanlara bakıp şükretmeliyiz. Tabiki bunlar hepimize klişe gibi geliyor ama hepimiz biliyoruz ki doğru olanlar bunlar. Birçoğumuz örneğin; maddi açıdan daha iyi bir duruma ulaşınca, şu an o durumda olan insanlar gibi yapmayıp; daha yardımsever olacağını düşünüyor. Ama şu var ki; o durumdaki insanların da bir kısmı önceden o durumda değildi ve onlar da daha yardımsever olacaklarını düşündüler. Yani bana sorarsanız muhtemelen birçoğumuz maddi açıdan bu bahsettiğimiz duruma ulaşınca dedikleri gibi daha yardımsever olmayacak. Çünkü artık çevreleri değişecek ve hem belki de çevreleriyle maddi açıdan rekabet halinde olacak hem de her zaman daha çok kazanma hırsı hastalığına yenik düşecekler. Ama halbuki çevrelerinden ziyade kendilerini daha kötü durumdaki insanlarla kıyaslasalar hem kazanma hırsından kurtulacaklar hem belki de kendilerine ekstradan keyif için harcadıkları paranın bir kısmından feragat edince nasıl da bir sürü insana yardım edebileceklerini farkedecekler. Bu da onlara asıl mutluluğun ne olduğunu gösteren unsurlardan biri olacak. Ama maalesef bunun yerine hep daha çok kazanmayı hatta bazen hayalperest bir kazanma arzusunu seçip daha da mutsuz oluyorlar.

       Sonuç olarak; kimisine lazım kimisine gereksiz olan bu hayalperestlik için benim örneklerim ve söyleyeceklerim bunlar. Tabiki hayalperestlik konusunda birçok örnek verilebilir. Bu yazımda bunların bir kısmından bahsettim. Eğer sizin de bahsetmek istediğiniz herhangi bir örnek varsa bu hayalperest olma konusunda, siz de yorum bölümüne bu örneklerinizi yazabilir ve soru, görüş ve önerileriniz için bana iletişim sayfamdan ulaşabilirsiniz. Yazımı burada sonlandırıyorum. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere esen kalın...

devamını oku...
 
Copyright © 2015 Makesenserr • All Rights Reserved.
Template Design by BTDesigner • Powered by Blogger