Günlük hayatımız kimi zaman hızlı kimi zaman yavaş kimi zaman monoton kimi zaman heyecanlı ve duygusal karmaşalar içinde en çok da arayış içinde geçmekte. Nitekim çevremize bir baktığımız zaman insanların sürekli koşuşturma içinde ve sürekli yeni bir şeyler peşinde, durmadan hareket halinde olduklarını görürüz. Zaten dikkat ettiyseniz sadece yaşlı insanlar durağandır. Kendi köşelerine çekilmişlerdir onlar. Artık koşuşturma bitmiştir onlar için. Küçük işlerle uğraşır çoğu. Hani derler ya insan yaşlanınca çocuklaşır diye, gerçekten de yeniden çocuk olmuş gibilerdir. Çünkü onlar eskisi gibi enerjik değillerdir artık. Sürekli bir şeylerin peşinde koşmak için enerji gerekir çünkü.
Peki asıl sorumuza gelirsek, neden bütün insanlar sürekli benzer bir takım hedeflerin peşinde koşarlar? Neden herkes para, şan, şöhret vesaire... peşinde? Neden hiç kimse diğerinden kolay kolay bir farklılık gösteremiyor? Sizce de insanlar sistemli bir şekilde yönetilmiyor mu? Sanki herkes fabrikasyon gibi sürekli aynı şeyler peşinde değil mi sizce de? Pahalı markalar, arabalar, evler, statüler, tanınma, şöhret olma ve daha bir sürü şey... Sizin de takdir edeceğiniz üzere herkes aynı hedef ve arzuların peşinden koşan, şekil dışında aynı kişinin farklı bir versiyonu gibi. Sadece belli başlı farklılıklar var. Örneğin; A şahsı kitap okumayı, ders çalışmayı çok seviyor ve ilerde mesleki anlamda tanınmış ve çok iyi kazanmak istiyor. B kişisi ise kitap okumayı sevmiyor, ders çalışmaktan nefret ediyor ve ilerde tanınmış, çok kazanan bir insan olmak istiyor. Dikkat ettiyseniz aralarında fark var ama her ikisinin de istek ve arzusu aynı değil mi? Peki hiç şunu kendinize sordunuz mu? Neden herkes fabrikasyon gibi doğduktan sonra aynı okullara gidiyor, aynı meslekleri yapıyor, aynı istek ve arzulara sahip oluyor ve neden sonra ne olduğunu anlayamadan öteki tarafa göçüyor? İşte sorun tam da burada başlıyor...
Belirli bir sistem bizi alıyor, okutuyor, eğitiyor, ve çeşitli kanallarla (tv, radyo, gazete, dergi, sosyal medya, aklıniza ne gelirse...) bize nasıl yaşamamız gerektiğini, neyi isteyip neyi istemememiz gerektiğini, neyden uzak durmamız gerektiğini yani kısacası sistemin insan tanımına göre nasıl yaşamamız gerektiğini bize gösteriyor. Bunu yaparken sistemin bize arzulattırdığı veya zorunluluktan yaptığımız mesleklerle, vergilerimizle, sistemden öğrendiğimiz davranışlarla ve daha bir sürü sistemin getirisiyle aslında sadece sistemin varlığını koruyup, onu besleyip gitmiyor muyuz? Ve artık yaşlandığımızda bu sistem bizi işe yaramaz gibi kenara atmıyor mu? Neden? Çünkü artık sistemi besleyecek enerjimiz yok, çünkü sistem için artık sadece gitmesi beklenen bir fazlalık konumundayız. Özetle, sistem içinde doğuyoruz, sistemin öğrettikleriyle yaşıyoruz ve sistemin bizimle işi bitince yavaş yavaş ölüme hazırlanıyoruz. Peki hayat gerçekten bu kadar anlamsız mi? Basit bir döngüden mi ibaret? Kesinlikle değil. Aslında bu noktada kendimize su soruyu sormalıyız: Gerçek mana ne? Aslında neden varız? Ne için yaşmalıyız? Bu soruyu soran insan sayısı o kadar az ki... Çünkü sistem bize öyle güzel oyalanma araçları vermiş ki onlarla oyalanırken gerçek manadan ve yaşamın özünden uzak kalıyoruz ve düşünmüyoruz. Bu sadece bizim ülkemiz için geçerli bir durumda değil tabiki. Bütün dünya böyle. Amerikasından tutun Avrupasına kadar böyle. Tek fark sistemin güçlülüğü. Sistem ne kadar güçlüyse etkisi de o kadar güçlü oluyor. Mesela Norveç'i ele alacak olursak, Norveçte yaşamın kolay, suç oranının az ve toplumun refah düzeyinin yüksek olduğunu düşünürüz ve böyle bir ülkede yaşamak için can atarız. Çünkü orada ekonomi, demokrasi vb. dolayısıyla yaşam standartları bize göre gayet iyi durumdadır. Bunun sebebi de sistemin güçlü oluşudur. Sistem güçlü olduğu için insanların ihtiyaçlarına daha rahat cevap vermektedir ve bu da toplumun kendi içindeki sorunlarını, mali dengesizliği en aza indirmekte ve dolayısıyla suç oranını aşağı düzeylere çekmektedir. Bu da orayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmektedir. Şu soruyu o zaman burada sorabiliriz: Aslında sistem bizi her ne kadar kullansa da, isteklerimizi, arzularımızı, arayışlarımızı sistem belirleyip sınırlasa da aslında sistem olmasa insanlar bir arada yaşayamaz mıydı acaba? Bu sorunun cevabi kısmen evet. Çünkü insanların hepsi durup yaşamın anlamını sorgularsa sistem çöker ve belki de insanlar bir arada yaşayamaz hale gelir. O yüzden bir bakıma sistem gerekli olabiliyor. Yani aslında insanlar kümes hayvanı gibi yönetilince bir arada durabiliyor gibi görünüyor. Ama şu var ki sistem; insanların akıllarına, zekalarına ve düşünce yapılarına doğru bir şekilde hitap etseydi ve insanları manayı anlamaya yöneltseydi ve buna yönelik bir toplum oluşturabilseydi işte o zaman gerçekten düşünmeyi bilen, asıl amacının farkında suçun, çirkef rekabetin, para, statü, şan, şöhret vesaire hırsının çok az bir düzeyde olduğu, sağlıklı bir şekilde bir arada yaşayan, düşünür ve kendisini doğru hedef ve arzulara odaklamış bir toplum oluşturabilirdi.Ama sistem bunun yerine insanlara aklı olmayan ve iç güdüleriyle hareket eden hayvanlar gibi muamele etmeyi seçti. Ve şu anki dünya düzeni bu şekilde oluştu... Sistem insanlara, tıpkı çiftlik hayvanları besleyip, onların yuvalarını yapıp etinden sütünden faydalanır gibi davranıyor ve bunun karşılığında insanlardan susup köşelerine çekilmelerini bekliyor. Ama eğer sistem insanlara gerçekten insan gibi yaklaşsaydı özetle, belki de cennet gibi bir dünyada yaşıyor olurduk...
Peki içinde yaşadığımız bu sistemin, dünya düzeninin arkasında kimler var? Kimler bizi bir tavuk ya da bir koyun gibi yönetmeye çalışıyor? Tabiki bu noktada da para işin içine giriyor. Biraz klişe ama gerçekten sermayedarların yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Siyasiler gelip gidiyor ama bu insanlar siyasiler gibi geçici değil kalıcı bir hakimiyete sahipler ve perdenin arkasında görünmeyen kısımdalar. Bizi de oyalanma araçlarımızla oyalayıp, her şeye kayıtsız kalabilen aptal bir tüketim toplumu haline getirmeye çalışıyorlar. İşte o açgözlü sermayedarların bize hayvandan beter davrandığı bir sistemde yaşıyoruz. O yüzden umarım insanlar bir an önce uyanıp bu sistemin farkına varırlar ve aptal arzu ve istekleri bir kenara bırakıp bu sistemi o açgözlülerin tepelerine yıkarlar. Ama öyle görünüyor ki bu şu an için sadece bir ütopyadan ibaret. Çünkü insanların kafalarındaki zincirleri kırmak çok zor. Hele de 8 milyara yakın bir nüfusun olduğunu düşünürsek, bu iş gerçekten zor ama imkansız değil. Önemli olan inanmak. İnsanlar eğer gerçekten bir şeylerin farkına varmaya başlarlarsa bu süreç hızlanacak ve geometrik olarak artacaktır. Gelecekte daha güzel, yaşanılabilir, sağlıklı ve düşünür bir toplum dileğiyle... Esen kalın...
Çok güzel yazmışsın ağzına sağlık kardeşim .
YanıtlaSil