Soğuk bir kış günüydü. Doğruldu yatağından. Perdeyi araladı. Herkesin bir işi varmış gibi görünüyordu. Sürekli hareket halindeydi herkes. Bir şeylerle uğraşmayan bir kişi bile göremedi gözleri. Hemen aklından "hayatın sistemi işte, kimseyi rahat bırakmıyor." diye geçirdi. Sonra mutfağa yöneldi. Dolabı açtığında birkaç tane yumurta, biraz yoğurt, 3-5 tane domates, az kalmış boynu bükük bir peynir, azıcık zeytin ve tereyağıyla margarin olduğunu gördü. İştahı kesildi bir an için bu manzara karşısında. Aylardır işsizdi. Cebinde kalan son paraları harcıyordu artık. Yakında aç kalacaktı. Hemen aşağı inip bir ekmek aldığı gibi tekrar yukarı çıktı. İki yumurtayla tereyağında bir omlet yaptı. Yanına biraz domates dilimledi. Oturma odasındaki pencerenin yanındaki masaya oturdu. Sonra içecek bir şeyi olmadığını farketti. Bu durum oldukça can sıkıcıydı. Hemen aşağı inip ucuzundan bir kutu portakal suyu aldı. Sonra masasına oturup yavaş yavaş yemeye başladı. İçeceği bitmesin diye bir taraftan yavaş içiyor, bir taraftan da yavaş içmek zorunda kaldığı için küfrediyordu. Sonra kahvaltısını bitirdi ve meyve suyundan son yudumunu çekip pencereden dışarı baktı. O an derin bir yalnızlık hissetti. Aslında hayattan ne istediğini tam bilmediğinin verdiği bir yalnızlıktı bu daha çok. Yanında birtakım insanlar olsa da hissedecekti bunu. Çünkü; bu öyle bir boşluk hissiydi. Sebepsiz, amaçsız, sıkıcı...
İnsanların isteklerini, arzularını, hayat gayelerini izliyordu. Herkesin belli hedefleri vardı ama hepsi özünde aynı temele dayanıyordu sonuçta. Mutlu olabilmek... Çünkü insanlar bütün hedeflerini aslında kendilerini en mutlu edecek şekilde planlarlar. Herkesin hedefi mutlu olmak. Sonra düşündü; insanların bir kısmı büyük hayallerine ulaşıyor, hatta bir kısmı hayallerinin de ötesine ulaşıyor. Ama ya ondan sonrası... Kimsenin ben hayallerime ulaştım ve artık mutluyum demediğini düşündü. Herkes varmak istediği en üst noktaya, hatta ondan da üstüne vardığında yine de daha çok şey istiyordu. Hâlâ tam manasıyla mutlu olamıyordu. Sonra istekler sınırsız diye düşündü. Aslında kendisini yalnızlığa iten sebep de buydu. Ne isterse istesin sanki sonu yok gibi hissediyordu. Hedefine her ulaştığında yetersiz geliyordu ve yeni hedefler koymak durumunda kalıyordu kendisine. Hiç tatmin olmuyordu. Sonra düşündü. Belki de mutluluk hedefe varmaktan ziyade; o hedefe varmaya çalışmakta gizlidir. "Evet" dedi. "Durum bu galiba." diye geçirdi içinden. Şu anlamsız hayatta belki de mutlu olmak için çabalamak bu anlamsızlığı, bu boşluğu doldurduğu ve insanı biraz olsun bu boşluktan kurtarabildiği için sürekli mutlu olmaya çabalıyoruz belki de. Çünkü bir şeylerle uğraşmassak işte o zaman büyük bir boşluk... Derin sessizlik... Herkes hayatın anlamsızlığının farkına varabilirdi o zaman. Herkes hayatı sorgulamaya başlardı ve hayatın anlamsızlığı içinde birer melankolik kişilik haline gelebilirdi insanlar.
Sonra insanlık tarihini şöyle bir düşündü. Aslında hep hayatın bu boşluğunu , anlamsızlığını doldurma çabasıydı sanki her şey. Savaşlar, dinler, ideolojiler, seferler, göçler, fetihler, fikirler, felsefe ve daha birçok şey. Hepsi aslında boşluğu doldurma çabasıydı. Hepsi aslında belki de tek bir sorunun cevabını aramasıydı insanların. Ben niye varım? En temel soru ve boşluk hissinin en temel yanıtı bu olmalı diye düşündü, "Evet evet kesinlikle bu!". İnsanlar var olduklarından beri bu cevabı aramak için onca şey yaşadı belki de. Çünkü biz insanlar net varlıklarız. Merak ettiğimiz bir konuda net yani %100 bir cevap alamayınca hep bir tatmin olmamışlık olur içimizde. Tabiki bu durum konunun mahiyetine göre değişir ama "Ben niye varım?" sorusunun mahiyetini anlatmaya hacet yok. Ve belki de insanı bu sorunun cevabı konusunda tam anlamıyla tatmin eden hiçbir şey yoktur diye geçirdi içinden. Hatta belkisi yok. Zaten hiçbir şey yok tatmin eden bu konuda diye düşündü. İnsan bu merak yüzünden böyle diye düşündü. Çünkü hiçbir şey insana bunun cevabını %100 veremiyor ve insan da bu yüzden bütün bir ömrünü bu arayış içerisinde geçiriyor. Bütün tarihin, bütün insanlık olaylarının özeti belki de budur; "Ben niye varım?" sorusunu aramak dedi kendi kendine. Sonuçta hiçbir şey bu soruya yanıt veremiyor. İnançlarımız, dinlerimiz de bu soruya yanıt vermekte yetersiz kalıyor. Çünkü insanoğlu öyle bir varlık ki yaratıcıdan bunun cevabını bizzat almadan rahat edemiyecek bir varlık. Aslında işte o içimizdeki boşluk hissi, kimi zaman hissettiğimiz yalnızlık, anlamsızlık, hepsi bu soruya %100 yanıt verememekten geçiyor dedi kendisine. Bu soruya ister istemez her insan cevap arıyor ve belki de cevap bulamadığı ve bulamayacağını bildiği için bu boşluğu başka öğelerle doldurmaya çalışıyor. Ama bu soruya yanıt aramanın amansız isteği bizi örümcek ağı gibi sarmalıyor. Bu da içimizdeki arayış olgusunu hep diri tutuyor ve biz bu arayış hissinin içini doldurmak için sürekli yeni isteklere sahip oluyoruz. Varabileceğimiz son noktada bile hayat dair isteklerimiz, arzularımız devam ediyor. Sürekli yeni hedefler koyuyoruz mutlu olmak için kendimize diye düşündü.
Sonra içinde yaşadığımız sistemi düşündü. Dünyada her yer belli otoriteler altında yönetiliyordu. Bir takım otorite sahipleri zenginlik, refah, saadet içinde yüzerken bize aza kanaat etmeyi öğretiyorlardı. Bize azı çok gibi gösterip; kendileri bolluk içinde yüzüyorlardı. Bizim doğrularımızı onlar belirliyorlardı. Onlar önümüze bir takım hedefler koyuyorlar ve biz o hedefler için canımızı dişimize takarak çalışıyorduk. Ama koydukları hedefler hep kendi çıkarlarına yönelik oluyordu. Biz ise az bir çıkarımız varsa bile bu durumdan mutlu oluyorduk. Onlar ise bizi koyun sürüsü gibi yönetiyorlar ve üstümüzde egemenlik kurarken bizim elimize sürekli birtakım oyalanma araçları veriyorlardı. Fakirlik içinde yaşarken kimimiz, onların zenginliklerini sindirmemiz için utanmadan dinlerimizi, inançlarımızı kullanıyorlardı. Bizi "Fakiri Allah fakirliğiyle, zengini ise Allah zenginliğiyle imtihan ediyor." laflarına inandırdılar. Bunu din kisvesi altında bize pazarlayabileceklerini biliyorlardı. Böylelikle onların haksız zenginliklerine bir tek laf etmeyecektik. Çünkü bu dine aykırıydı. Bizi içten çürüttüler diye geçirdi aklından. Bizi dışardan baskılamadılar. İçerden baskıladılar. Beynimizi ele geçirdiler. Düşünce kalıplarımızı yönlendirler. Onlar yukarıda refah içinde yaşarken; biz "yarınki maç nolacak acaba" diye bu tarz öğelerle oyalanıp, "sınavı napacağım?","geleceğim nasıl olacak, hedeflerime varabilecek miyim? Mutlu olabilecek miyim?" diye onların önümüze serdiği sistemde biraz olsun mutlu, huzurlu, refah içinde yaşayabilmek için olanca gücümüzle çalışıyor olacağız. Ama sistem onların olduğu için nereye varırsak varalım bizleri yönetiyor olacaklar. Hatta sistemle ilgili kaygılarımız arttıkça ve sistem içinde ilerledikçe belki de daha çok sistemin içine batacağız. Sisteme baş kaldırmak, karşı durmak lazım, asıl belki de o zaman "Ben niye varım?" sorusunun cevabına daha yakın olacağız diye düşündü.
Geçmişe bakınca sonra; tarihte hem kapitalizmin hem de sosyalizmin insanları yönetmek için nasıl kullanıldığını düşündü. Olması gereken sistemin; insanların birbirine çıkar amaçlı bakmadığı, herkesin hakettiğini adaletli bir biçimde aldığı, eşitlik kavramının sözde degil özde var olduğu bir sistem olduğu sonucuna vardı aklından. Bunu başarabilirsek dünyayı cennete çevirebiliriz diye düşündü. Sonra telefon sesine ayıldı bir anda. Telefonu açtı. Arayan, geçen gün internette iş ilanını görüp başvurduğu bir firmaydı. Muhasebe müdürlüğü için iş görüşmesine çağrılmıştı. Daha önceden de iş tecrübesi vardı ama hiç bu kadar yüksek bir pozisyonda çalışmamıştı. Maaşı 4000 lira olan bir işti. Telefon görüşmesinden sonra sevinçten ayağa fırladı. Hemen iş görüşmesi için neler yapması gerektiğini düşündü. Kuaföre gitmeliydi. Ayrıca giyeceği kıyafeti iyi seçmeliydi. Bol bol dua ediyordu iş görüşmesi olumlu geçsin diye. Eğer işe başlarsam mobilyaları yenilerim, kendime şunları şunları alırım gibi daha bir sürü düşünce geçti aklından. Ardından yediği omletin ve domatesin tabaklarını kaldırdı ve meyve suyunun boş kutusuyla beraber mutfağa götürdü. Meyve suyunun kutusunu çöp kutusuna attı. Sonra kafasından artık işi alırsa yeme içme konusunda da tasarruf etmesine gerek olmadığı fikri geçti. İşi alıp almadığı henüz belli değildi. Ama alacağından emin gibiydi. İçine doğmuştu. 4000 lira gibi bir maaş oldukça fazlaydı. İstediği birçok şeyi alabilirdi. Sonra birden bugün aklından geçen düşünceleri hatırladı. Ne kadar çok şey düşünmüştü öyle. Çok gereksizdi düşündükleri. Hem bu kadar olumsuz olmaya ne gerek vardı ki. "Birkaç ay işsiz kalınca nelere sardım!" diye geçirdi aklından. İşi alabilirse neler yapabilecegini düşündü. Almak istediği birçok şeyi alacaktı. Kendisine almak istediklerine dair hedefler belirledi. Ulaşınca mutlu olacağı hedefler. Hayat ne kadar da güzeldi artık...
0 yorum:
Yorum Gönder