Yokluk, fakirlik, yoksulluk ancak bu kadar iyi işlenirdi dedirten bir film. Her ne kadar olmayan bir şey paylaşılmaz da görünse bize, bu filmle anlıyoruz ki; aslında sevgi yokluğu paylaştırma gücüne sahipmiş. Filmde Ali ve Zehra isimli iki kardeşin sevgi bağı bir taraftan içimizi ısıtırken bir taraftan da sevginin neleri başarabileceğine bir kez daha şahit oluyoruz. Bir çift ayakkabıyla iki kardeşin zorlukların üzerinden nasıl geldiğini gördüğümüz bu film benim için kesinlikle ilk 5'te. Ayrıca film akademi ödüllerinde de en iyi yabancı film dalında Oscar'a aday olmuş ama bu ödülü hayat güzeldir filmine kaptırmıştır.
4-Yeşil Yol (The Green)
Yeşil Yol filmi Stephan King'in romanından sinemaya uyarlanmış bir filmdir. Bu roman aynı zamanda çok satmış bir kitaptır. Filmde John Coffey isimli karakterimiz iki küçük kızın katili olmakla suçlanmış ama; bırakın iki küçük kızı öldürmeyi, bir karıncayı bile incitemeyecek derecede ince ruhlu ve son derece kibar biridir. Ayrıca gizemli ve mucizevi güçlere sahiptir. Onun bu hali infaz odası baş gardiyanı Edgecomb'u cezbeder. Çok satan bir romandan uyarlanan The Green Mile filmi 4 dalda Oscar'a aday olmayı başarmış bir filmdir. Tam bir başyapıt olan bu filmi izlemeden geçmeyin derim...
3-Hayat Güzeldir(Life is Beatifull)
Filmimiz başkahramanımız Guido'nun Dora isimli öğretmen bir kadına aşık olması ve evlenmeleri ile başlar. Bu çiftin bir de çocukları olur. Tam hayatlarındaki bütün sıkıntıları hallettiklerini düşünürken çiftimiz, savaş kendini gösterir. Yahudi oldukları için toplama kampına gönderilirler. Burada Guido oğlu için toplama kampını oyun haline getirmeye çalışır ve oyunu tamamlamayı başarırsa bir de oyuncak bir tanka sahip olacaktır. Hayatta bütün olumsuzluklara rağmen hala bir umut olduğunu bize başarılı bir şekilde aktaran bu film, kesinlikle izlenmeyo hakediyor. Ayrıca filmin 3 dalda Oscar'ı bulunuyor.
2-Schindler'in Listesi(Schindler's List)
12 dalda Oscar'a aday olup 7 Oscar kazanan bu film, oldukça başarılı olmuş bir başyapıttır. Filmin konusuysa; 2. Dünya savaşında Oscar Schindler adlı bir iş adamının Polonya'da açtığı fabrikada 1100 civarı Yahudi'yi çalıştırması ve bu sayede onların hayatını kurtarması olarak bize sunulmuştur. Gerçek bir hikayeden alınan bu film, dram filmleri listelerinde kesinlikle üst sıraları hakeden bir film.
1-Babam ve Oğlum
Geldik listenin sonuna... Sizi bilmem ama benim için oldukça duygulandırıcı bir dram filmi, Babam ve Oğlum. 12 eylül darbesini derinden yaşayan bir aile üzerinden bize anlatan bir film. Annesini doğmadan kaybetmiş, babası dışında tek bir akrabasını tanımayan küçük Deniz'in, babasıyla beraber tüm olanlardan sonra babasının köyüne, ailesinin yanına yerleştiklerine şahit oluyoruz. Yurt içinde ve dışında birçok ödül kazanan Babam ve Oğlum filmimutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere esen kalın... Yazımla alakalı görüşlerinizi yorum kısmına yazabilirsiniz.
Popüler olmayı başarmış, aksiyon dolu en iyi 5 aksiyon filmi:
5-Kutsal Hazine Avcıları
İndiana Jones diyince bilmeyeniniz pek azdır. İşte Kutsal Hazine Avcıları, bu İndiana Jones serilerinin ilk filmi olma özelliği taşıyor. En iyi 5 aksiyon filmi yazımda ilk incelediğim Kutsal Hazine Avcıları filmi, Steven Spielberg imzası taşıyan ve Harrison Ford'un oynadığı bir film. Filmde arkeolog İndiana Jones, ABD hükümeti tarafından Ark Of The Conenant'ı bulması için görevlendirilir ve bunun için eski aşkı Marion ile birçok tehlikenin olduğu Nepal'den Kahire'ye kadar uzanan tuzak dolu bir maceraya atılır. Söz konusu Ark'ta ise 10 emir ve kutsal güçler olduğuna inanılmaktadır.
4-Zor Ölüm
Zor ölüm filminin en iyi 5 aksiyon filmi listemde olmayı hakettiğini söylememe gerek yok. Bruce Wills'i tam anlamıyla ünlü yapan bu film, kendisinden sonra da 3 devam filmiyle seriyi sürdürmüştür. Akademi ödüllerinde 4 dalda Oscar alan bu film, New York polis departmanı dedektifi John McClane'nin eşi Holly ile arasını düzeltmek için Los Angeles'a gelmesi ve ardından yaşadığı maceraları konu alır. Holly şirketinin yılbaşı partisinde bir grup Alman terörist binayı kuşatıp insanları rehin alır. John McClane'in görevi ise eşinin de bulunduğu bu topluluğu kurtarmaktır.
3-Gladyatör
En iyi 5 aksiyon filmi listesine dram dolu bir aksiyon filmiyle devam ediyoruz. Gladyatör filmi, tarihsel filmleri sevenler için de ideal bir film olma özelliği taşıyor. Filmde imparator Marcus Aurelius, general Maximus'a oldukça değer vermektedir ve hatta kendisinden sonra oğlu Commodus yerine onu imparator yapmak istemektedir. Commodus, general Maximus ve ailesini öldürme emri çıkarır. Ama Maximus ölümden kurtulur ve gladyatör olmak üzere eğitim almaya başlar. Maximus'un tek bir isteği vardır; o da Commodus'u öldürüp intikam almaktır. Gladyatör, Russel Crowe'un en iyi erkek oyuncu oskarını kazandığı ve 5 dalda oskar kazanmış bir film.
2-Terminatör 2
Terminatör 2 filmi, ülkemizde de oldukça popüler olmuş filmlerden birisidir. En iyi 5 aksiyon filmi listemdeki bu film, 2029 yılında geçmektedir ve 1997 yılında meydana gelen olayın üstünden yaklaşık 32 yıl gibi bir süre geçmiştir. 1997 yılında 3 milyarı aşkın insanın ölmesine neden olan bir olay meydana gelmiştir. Başroldeki John Connor, makine karşıtı insan direnişinin lideridir ve onu 2029 yılında makineler yok edemedikleri için yok edici bir makineyi geçmişe, yani Jhon'un 10 yaşında olduğu döneme gönderirler. Ama John da bu yok edici makinenin daha üst modelini geçmişe gönderir. Bu makinelerin arasında büyük bir savaş başlar. Ayrıca daha yaşanmamış olan 1997'deki felaketin başmimarı olan Skynet firması da o dönemde faaliyetlerini yavaş yavaş arttırmaya başlamıştır.
1-Matrix
Çıktığı 1999 yılında bilim-kurgu anlamında adeta bir devrim niteliğinde olan Matrix filmi, en iyi 5 aksiyon filmi listemde olmayı kesinlikle hakeden bir film. Filmde; Thomas Anderson adlı karakterimiz büyük bir yazılım şirketinde çalışmaktadır ve bu karakteri Keanu Reeves oynamaktadır. Karakterimiz geceleri "Neo" takma adıyla program kırmakta ve Matrix'i araştırmaktadır. Ardından gizemli bir şekilde Trinity ve Morpheus ile tanışan Neo, içinde yaşadığı dünyanın aslında beyninde yaşadığı bir simülasyon olduğunu öğrenir ve simülasyondan kurtarılarak gerçek dünyaya gider. Film, yapay zekaya sahip makinelerin egemen olmasını ve simülasyondan kurtulan ekibin, makinelere karşı savaşmasını konu almaktadır. Matrix, 4 dalda oscar kazanmış bir filmdir.
En iyi 5 aksiyon filmi yazımın sonuna geldik arkadaşlar. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...
Ailecek Şaşkınız filminin Kardeş Payı ve İşler Güçler filminden tanıdığımız Ahmet Kural ve Murat Cemcir'in filmi olduğunu öğrendiğinizde, eminim birçoğunuz da benim gibi meraka kapıldı. Çünkü komedi tarzı oldukça beğeni toplayan, yukarıda bahsettiğim iki dizinin ana elemanları olan bu ikiliyi bir filmde bir arada görmek, hepimiz için merak uyandırıcıydı. Bir araya gelince oldukça komik olan bu ikili, daha filme girmeden kesin komiktir imajı veriyorlardı. Sonra vizyona giren bu filmi sinemada izleme fırsatı buldum. Son yıllarda moda haline gelen ve benim de beğendiğim absürt komedi tarzına sahip olan bu ikilinin, sinema filminde de doğal olarak bu tarzda olacağını düşündüm. Zira yine tarzlarına sadık kaldıklarını daha filmin başlarında anladım. Bu ikiliye bir başka absürt komedi olan ve başarılı gördüğüm bir yapıt olan Leyla ile Mecnun dizisinden tanıdığımız Cengiz Bozkurt'un(nam-ı diğer Erdal bakkal) eşlik ettiğini görmek de benim açımdan film açısından umut vericiydi. Sonra başladım filmi izlemeye...
Babasının şirketinin başına geçip Ceo olan Ferhat(Ahmet Kural) isimli karakterimizin çalışanları üzerinde kurmaya çalıştığı otorite, filmde ilk gözümüze çarpan unsurlardan. Ama şu var ki; karakterimiz şirketi yönetmek için yeterli değildir ve şımarık bir çocuk gibidir. Şirketin finans müdürü Gökhan(Murat Cemcir) ise Ferhat'ın eskilerden beri arkadaşı ve sağ koludur. İkisi de çalışanlara karşı sert tutumlu yaklaşım sergilemektedir. Sonra bir gün, Ferhat bir kıza aşık olur ve kızın babasının restoranına, çalışanlara yemek servisi bahanesiyle gidip, kızın babasıyla dostluk kurar. Ferhat'ın gönlünü kaptırdığı Elif ismindeki kız ise mesleğini çok seven, oldukça başarılı bir kariyeri olan, çetinceviz bir kızdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Elif Ferhat'ı oldukça zorlayacaktır.
Açıkçası Ailecek Şaşkınız filminde bu ikili yine kendi komedi tarzlarını sahneye taşımış olsalar da bana; "bu sefer olamamış" dedirtti. Filmde güldüğüm birçok yer oldu tabi. Ama Ailecek Şaşkınız filmi beni bir Kardeş Payı kadar güldüremedi. Maalesef bana göre; bir araya gelince çok komik olan bu ikili, bu sefer o kadar komik olamamış. Ayrıca Ailecek Şaşkınız filmi komedi üzerine tasarlandığından, yani izleyiciyi komedi ile etkilemeye çalıştığından, komediyi tam anlamıyla beceremeyince, diğer duygular da doğal olarak neredeyse hiç verilememiş. Filmin bir diğer konusu olan aşk, bana göre bu sebepten hiç hissettirilememiş. Yani diyeceğim o ki; bana sorarsanız oldukça dümdüz bir film olmuş Ailecek Şaşkınız. Ne filmde tam anlamıyla bir komedi hissettim ne de başka bir duyguyu hissedebildim. Umarım bu ikili Kardeş Payı, İşler Güçler gibi projelerle karşımıza çıkar ve bu filmi hem bana hem de benim gibi düşünenlere unutturur. Aksi halde, hele bir de böyle projelerle karşımıza çıkarlarsa, maalesef bence unutulmaya mahkum olurlar diye düşünüyorum. Sonuç olarak Ailecek Şaşkınız filmi, bana göre vasat düzeyde bir film olmuş. Umarım aynı hatayı bir daha yapmazlar diyerek sözlerimi sonlandırıyorum. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere esen kalın...
Pes etmemek, ümit etmek, kararlı olmak... Herkes defalarca duymuştur bu cümleleri ve duyuyordur. Ama benim sorum şu: Kaçınız gerçekten pes etmiyor? Maalesef bu motive edici cümleler birçoğumuz için sadece birkaç kelime düzinesi. Evet bazen duyduğumuzda veya gördüğümüzde inançla doluyoruz, motive olmuş hissediyoruz. Ama hep anlık oluyor değil mi? Duyunca anlık olarak motive oluyor, ama belki 5 dakika bile geçmeden eski halimize dönüyoruz. Anlık yaşamaktan kurtulamıyoruz. Daha önce Carpe diem bir gelecek yazımda da dediğim gibi bu duyguları anlık yaşıyoruz. Neyse, bu kısmı geçip, filmimize geçelim.
Filmimiz "gerçek bir hikayeye dayanmaktadır" giriş yazısıyla başlamaktadır. Bu da izleyici de ayrıca merak uyandıran unsurlardan birisi. Sonra fime geçince Amerikalı siyahi bir aile görüyoruz. Bu arada filmimiz hoş bir müzikle başlıyor. Müziğin mutlu aile tablosunu anlatır gibi bir havası var. O tarz bir müzik seçimi olmuş gibi görünüyor. Tabi müzik sadece mutlu aile tablosunu değil de, aynı zamanda böyle çocuk müziği gibi tatlı mutluluklar barındıran bir müzik sanki. Ardından filmdeki esas karakterimiz Chris Gardner, bütün parasını portatif kemik yoğunluğu tarayıcısı olan bir cihaza yatırır. Bu cihazın sağlık alanında devrim yaratacağına inanmıştır. Filmin bir yerinde flashback olduğunda da gördüğümüz gibi karakterimiz bütün parasını bu cihaza yatırmıştır ve San Francisco'da bu cihazı satan tek kişi olduğunu söylemiştir. Ayrıca yine flashbackte görüyoruz ki bu cihazdan bir sürü almış ve ailesiyle beraber mutlu bir tablo çizmektedir. Sonra biz filmimizi izlerken farkediyoruz ki karakterimiz satış yapmakta zorlanmaktadır ve bu durum moralini bozmaktadır ve karısı da onun satış yapmamasından şikayetçidir. Karısı durumlarının iyi olmamasından dolayı şikayet eder ve sürekli kavga ederler.
Sonra bir gün karakterimiz yine satış yapmaya çıktığında büyük bir şirketin önünde bir spor araba görür. Spor arabanın güzelliğinden dolayı gözlerini arabadan alamaz. Sonra arabanın sahibi arabadan inerken ona "Sana iki sorum olacak; bir hangi işte çalışıyorsun? İki bu arabayı nasıl aldın?" diye sorar. Adam borsacı olduğunu söyler ve bizim karakterimiz "borsacı olmak için üniversite okumak gerekiyor değil mi?" diye sorunca adam"hayır. Rakamlarla ve insanlarla aran iyi olsun yeter" diye cevap verir. Filmdeki mottolarımızdan biri de budur. Karakterimizin hafızasında bu cümle oldukça yer edinir. Karakterimizin hayali, tam da bu zor zamanlarda daha da ağır basan; zengin olmak ve istediği kadar parası olup hem ailesine bakmak hem de lüks ve konforlu bir hayat sürmektir.
Karakterimizin bir diğer özelliği de oldukça şanssız oluşudur. Sürekli cihazı kaybeder, olmadık zamanlarda sürekli başına bir iş çıkar. Chris cihazı satamadığından para kazanmak için farklı alanlara yönelmek zorunda kalır. Karakterimiz, bir gün Dean Witter
şirketinden bir yönetici ile tanışır. Şirkette işe girmek ister ama yönetici işe girişine olumlu bakmamaktadır. Ama yine de karakterimiz pes etmez ve bir gün yöneticinin yanında, onun çözülmesi imkansız dediği rubik küpünü çözerek yöneticiyi etkiler ve yönetici onun iş görüşmesine alınmasını sağlar. İşi alırsa borsacı olabilecektir. Ayrıca bu aralar Chris'i karısı terketmiştir ve Chris oğlu Christopher ile beraber yaşamaktadır.
Chris görüşmeden sonra işe alınır. Ama bilmediği bir şey vardır ki o da 6 aylık bir staj süresinin olduğu ve stajın sonunda birçok kişiden sadece birinin işe alınacağıdır. Chris en başta işi istemez gibidir ama sonra yine de işe devam eder. Ama bu süreçte cihazları satmakta zorlanan karakterimizin maddi durumu hiç iyi değildir. Oğluyla beraber evden atılır ve tuvalet, durak ve düşkünler evi gibi buldukları her yerde kalmak zorundadırlar. Ayrıca Chris oğlunu asla bırakmaz ve iyi bir babadır. Ardından karakterimiz bütün zorluklara rağmen pes etmez ve herkesin arasından sıyrılıp işi alır. Artık hayal ettiği yer ile arasında hiçbir engel kalmamıştır.
Film, hayatımızda ne gibi zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım; asla pes etmememiz gerektiğini bize oldukça iyi bir şekilde göstermiş. Senaryo bu mesajı vermek açısından oldukça başarılı olmuş ve oyunculuklar konusunda da film başarıyı yakalayabilmiş. Filmde bir sahnede Chris'in oğluna "İnsanlar, kendi yapamadıkları şeyleri senin de yapamayacağını söylerler. Bir şeyi istiyorsan peşini bırakma; git ve al" demesi de izleyici için gerçekten faydalı bir mesaj olmuş. Filmin senaryosunun gerçek bir hikayeden alınması da filmin vermek istediği mesajı izleyiciye vermesine büyük bir katkı sağlamış. Bence film başarılı ve insanlara umut verici bir film olmuş. Bir dahaki film eleştirisinde görüşmek üzere esen kalın...
Neden önce polise gittin? Neden önce bana gelmedin?... Herhalde bu repliği duyunca Baba filminin repliği olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Belki de bazılarınızın gözünde hemen babanın o çıkık çeneli pozu beliriverdi bu sözü duyunca. Hani kimi filmler vardır; bazısı için başarılı bazısı içinse başarısız olan. Hah işte The Godfather çoktan o klasmanı aşmış bir film. Bu film, kimsenin "Kötü olmuş ya, hiç iyi bir film değil, çekememişler, becerememişler.."diyemeceği bir başyapıt haline gelmiş bir film. Sinema dünyasında bunu diyebileceğimiz film sayısı o kadar az ki... The Godfather bunu başarıp çağın ötesine geçebilmiş nadir filmlerden birisi olma özelliğini taşıyor. Peki bu film neden bu kadar çok seviliyor?...
The Godfather, her kesime hitap edebilen, birçok duyguyu az çok içinde barından ve çok sayıda film türünü birarada içinde bulunduran bir film. Üstelik bir diğer başarısı da bunu bir mafyafilmi olarak yapabilmiş olmasıdır. Çünkü aslında bazı kesimler için mafya filmi olması filme önyargılı yaklaşma sebebi. Çünkü hala bile mafya filmi dendiği zaman akla; vurdulu kırdılı, aksiyon, şiddet vb. dolu filmler gelebiliyor. Ama Baba filmi bu önyargıyı kırma açısından da oldukça başarılı olmuş. Nitekim filmi izleyince aksiyon sahnesinin çok az olduğunu görüyoruz. Aslında zaten filmi izlediğimizde hiçbir sahnenin gereksiz uzatılmadığını ve gereksiz sahne olmadığını farkediyoruz.
Filmi izlerken düşündüklerimden birisi de filmin sanatsal yönünün oldukça iyi olduğuydu. Yani The Godfather aynı zamanda tam anlamıyla bir sanat filmi olma özelliği taşıyor. Bunu dışında film içinde dram, gerilim, aksiyon gibi birçok ögeyi barındıran nadir filmlerden biri olma özelliği taşıyor. Film bundan 46 yıl önce yani 1972'de çekilmesine rağmen hala güncel olmayı başarabiliyor. Acaba bunu başarabilen kaç tane film var?
Benim açımdan filmi sevdiren öğelerden birisi de mafyayı işleyiş biçimi. Zaten bize de filmi sevdiren etmenlerden biri bu. Çünkü mafyanın ailesel ve kültürel öğeleri göz önüne serilmiş. İşlerini yaparken acımasız olan bu insanlar; ailelerinin yanında sanki onları yapan kendileri değilmiş gibi iyi bir aile ferdi gibiler. Her ne kadar işleri suç işlemek olsa da işlerini büyük bir disiplin içinde yapıyorlar ve her gün işten evine dönüp ailesiyle vakit geçiren babalar/anneler gibiler.
Filmde mafyanın aile kavramına ne kadar saygılı olduğunu ve onu adeta yasalarla koruduğunu görüyoruz. Burada yazar mafyanın aile kültürünü bize anlatmaya çalışmış. Bunun yanında "Kişisel bir şey değil, sadece iş" repliği de bize mafyanın işine ne kadar önem verdiğini gösteren öğelerden birisi. Nitekim omerta adı verilen suskunluk yasasını da pek çoğunuz duymuştur. Yani anlayacağınız mafya adeta devlet gibi yönetilmektedir. Devlet gibi kendi içinde yasalar oluşturup, meclisler oluşturup, oldukça profesyonel bir şekilde hareket etmektedir. Filmden de anlıyoruz ki yazar bunu bize göstermeye çalışmış ve bu öğeleri oldukça çok vurgulamış.
Ama şu var ki; film tam anlamıyla gerçeği yansıtmıyor. Her ne kadar mafya bize; iş disiplinine sahip, saygıdeğer, aileye çok değer veren, ağırbaşlı vb. birçok özelliğe sahip gösterilse bile hepimiz biliyoruz ki aslında gerçekte bu durum böyle değil. Sonuçta bu insanlar her türlü suçu işleyen ve bunu organize yapan insanlar. Bu insanlar fuhuş, içki kaçakçılığı, cinayet, uyuşturucu ticareti (her ne kadar Carleone ailesi filmde uzak durmaya çalışsa da) ve akla gelebilecek daha bir sürü suçu işleyip toplumda birçok insana zarar veriyorlar ve bütün bunları yaparken gözlerini bile kırpmıyorlar. Yani aslında bir bakıma kansız insanlar. Mesela filmde Vito Carleone bize merhametli, cömert, bilge gibi özelliklerle yansıtılıyor ama aynı adam yukarıda belirttiğim suçları da işliyor. Ne kadar mantıksız aslında değil mi? Filmde öyle bir işlenmiş ki seyircinin aklına kolay kolay bu durum gelmiyor. Yani aslında filmdeki gibi bir insan, aslında hem bu özelliklere sahip olup hem de bu suçları işleyemez. Ama belli ki yazar bunları pas geçip kendi ütopyasında; ailesine, geleneklerine sadık, saygıdeğer, adeta iyiliksever bir mafya yaratmış ve bu filmin asıl malzemesi haline gelmiş. Fakat gerçekte mafya dediğimiz unsur saydığım bütün özelliklerin yanından geçemez. Yaptıkları işin ne saygıdeğer bir boyutu var ne de iyiliksever. Ailesine, geleneklerine sadık ve baba figürünün anlattığım özelliklerine sahip değiller. Kim bilir belki de yazarın milliyetçi duyguları mayfayı böyle anlatmasında etkili olmuştur. Ama tabi bunlar yazarın başarılı bir eser ortaya çıkarmasının önüne geçememiş.
Bir diğer değinmek istediğim noktaysa filmdeki oyunculuk. Öyle ki filmi izleyince anlıyoruz ki herkes rolünde aşağı yukarı başarı sağlamış. Bu da bize emek verildiğini gösteriyor. Mesela Vito Carleone rolündeki Marlon Brando, rolüne aylarca çalışmış ve filmin seçmelerinde çenesine pamuklar yerleştirerek kendince role bir şeyler katmak istediğini ve rolü ne kadar önemsediğini ve benimsediğini belli etmiş. Zaten rolü alınca da bir dişçiye çenesi için protez yaptırılmış ve karşımıza oldukça başarılı bir baba figürü çıkmış. Marlon Brando bu çene fikrini bulldog tarzı yapmak olarak nitelendirmiş.
Marlon Brando'nun oyunculuğunu gördüğümüz bir diger sahneyi de filmin
yönetmeni Francis Ford Copolla şöyle anlatmış: "Benim gözümde çok büyük oyuncuydu ama hiçbir zaman o sahnedeki kadar büyüyemezdi. Kedi, Marlon'un kucağına geldi. Herkes ‘stop' dememi bekliyordu fakat o oynamaya devam etti. Kediyi okşuyor ve repliğine devam ediyordu. Biliyorsun bir kediyi asla eğitemezsin. Sahne bu şekilde oynandı. Sadece miyavlamalarını çıkarabilmek için birkaç kez durduk". Eminim ki bir çoğunuzun aklına hemen o kedili sahne gelmiştir. Yönetmenin dediğine göre kedi işin içinde yokmuş. Hatta atılmasına rağmen sürekli bir yol bulup sete giren bir kediymiş ve yönetmen bizzat kendisi kediyi artırmak için talimat vermiş bir süre sonra. Ama kedi bu sahne çekilirken bir yol bulup yine sete girmiş ama bu sefer atılmak yerine filmden bir rol kapmış kendisine :). Bu sahneden de kedi gelince doğaçlama olarak bir taraftan kediyi sevip bir taraftan da rolüne devam edebilen Marlon Brando'nun oyunculuğunu görüyoruz.
Filmin müziğiyse ayrı işlenebilecek bir konu adeta. Çünkü gerçekten filmin etkileyici olmasının sebeplerinde başı çeken unsurlarından birisi de müziğidir. Ben filmlerin içeriği kadar müziklerinin de başarılı olmalarında büyük oranda etkili olduğuna inanıyorum ve bu durum bence The Godfather'ın müziğinde de görülüyor. Müzik kesinlikle filme katılmak istenen havaya çok yardımcı olmuş ve filmin içeriğini yansıtma açısından isabetli bir müzik olmuş.
Sadece 62 günde ve düşük bütçeyle çekilmiş olması da bize iyi bir film çekmenin yüksek bütçeler ve çok uzun süren çekimlerden ziyade içerikle alakalı olduğunu gösteriyor. Aslında günümüzdeki birçok sinema işindeki insanın bunu görmesi gerektiğine inanıyorum. Sözlerimi sonlandırırken sizleri Nino Rota'nın kült haline gelmiş film müziğiyle başbaşa bırakıyorum. Film eleştirim bu kadardı arkadaşlar. Bir dahaki film eleştirimde görüşmek üzere esen kalın...